Selim Can Pak, yazar Berna Olgaç’la konuştu…
Türkiye’de kitap okumanın konumunu nasıl görüyorsunuz? Ve edebiyatımızın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Medyanın gelişim süreci ile birlikte okuma kültürü göstergelerine baktığımızda okuyan bir toplum idealimiz yok maalesef. Gerek eğitsel, toplumsal, kültürel gerekse tarihsel faktörlerin sebep olduğu okumayan Türkiye gerçeğinde ise okumama alışkanlığı benimsenmiş durumda. Görsel kültürün ve bilişim teknolojilerinin yaygınlaşması ile birlikte okumanın bir ihtiyaç olarak görülmediği zamanlardan geçiyoruz. Bireyler toplumları oluştururken – toplumlar özünde büyük hareketleriyle maddi ve manevi olanı kastediyorum- değişerek bugüne geliyor. Dünya yeni bir hâl alıyor. Büyük değil kocaman bir köye bürünüyor. Değişen kültürleriyle… Kültürler içinde edebiyat, kitap, çocuk kültürü zincirine baktığımızda bu üç kültür üçlüsünün önemini duyumsayamadığımızı düşünüyorum. Çünkü okullarda, okur yetiştirilmiyor maalesef. Hâl böyle olunca da kitap okuma ve kitaplara bakış da çok geride kalıyor! Öğrenci verilen kitap ödevini –ki bu kitaplar da 100 temel eser içinden oluyor- okumadan, internet üzerinden bulduğu kimi özetlerden hareketle yapıyor ya da yaptığını sanıyor. Çocuklar için verilen her kitap ödevi onlara bir angarya iş olarak geliyor. Yakınınızda, komşularınızın çocukları arasında, akrabalarınızın çocukları arasında onlara verilen kitap ödevlerine dair sorun, üfleyerek oflayarak yapılan bir iş olarak karşınıza çıktığını göreceksiniz. Ama haksızlık da yapmamak lazım… Çünkü içlerinde verilen görevi, ödevi tam anlamıyla yapanlar da var. Bunun bir zorunluluk değil bir sorumluluk olduğunu biliyorlar çünkü. İşte okullardaki gerçek okur onlar, ilerleyen zamanlarda da sağlam bir okur olarak göreceğimiz. Bir ülkenin eğitim düzeylerini, kültürel hayatı, okuryazarlık, kitaba bakış ve şüphesiz var olan canlı edebiyat bağlamı en çok da belirleyen unsurlar arasında yer alıyor. Nitelikli edebiyatın en güzel ürünlerini ortaya koyan Türk edebiyatı artık dünyaya açılan bir edebiyat.
Kitap okuma alışkanlığı hakkında neler söyler istersiniz dünyaya baktığımızda?
Elbette dünyaya kıyasla okuma kültürü edinmiş birey yetiştirmede ve okuyan bir topluma dönüşme konusunda oldukça yetersiz durumdayız. Japonya, İngiltere, Almanya , Finlandiya , Norveç gibi ülkelerin çok gerisinde olmakla birlikte aynı konuma gelebilmek en büyük idealimiz olmalı. Bizim ülkemizde kısa ya da uzun mesafeli yolculuklarda çoğumuz cep telefonlarımıza gömülürken bu saydığım ülkelerde herkesin elinde ya gazete ya kitap görürsünüz. Bu tablo bize aslında çok şey ifade etmiyor mu sizce?
Türkiye’de kitap yayınlatmak zor mudur? Mesela bir kitabı yayınlatmak için yazan kişi hangi süreçlerden geçmeli?
Türkiye’de kitap yayımlatmak zor değil; ama olması gereken kitabın yazarı, kendinden emin olmak durumundadır. Ben yazdım oldu anlayışı kabul edilemez. Çünkü çocuk kitapları açısından baktığımızda çocuklarımızın boyuna göre diz çökebilmek maharet ister. Yazarın kendinden eminlik sürecinden sonra istediği ve güvendiği yayınevine ve doğal olarak da editörüne inanmak zorundadır. Editör o kitaplaşacak dosyayı okuyup yayın ilkesine uygun gördüğü takdirde yayın akışına dahil eder. Bu bazen bir yılı bile bulabilir.
Çocuk kitapları yazmanızdaki çıkış noktanız nedir?
Çocukların dünyasında durarak bir şeyi ifade etme isteği herkes için geçerli olan bir duygu, düşünce değil elbette. Ya da çocuklar için yazmak diye bir dert edinmek anlayışı. Bu durum yıllar içerisinde açığa çıktı diyebilirim. Ben hep kendi dünyamdan yazmayı yeğledim aslında. Zamanla fark ettim ki çocukların dünyasında yazarken de kendi çocukluğumdaki hayal gücüne dönebiliyorum. Yani hayatımın beni çok etkileyen bir dönemini öne çıkararak yazıyorum. Bu da yine çocuklardan ve kendi dünyamdan ortak bir evreyi esas alarak yazdığım anlamına geliyor kanımca… Bu durum kendi çocukluğunuzun hayal gücünden yararlanarak evrensel olanı günümüz çocuğuyla yeniden yaratıp dönüştürme meselesi olarak da özetlenebilir. Kökleri çocuklukta bulunan samimiyeti ve safiyeti elden bırakmadan elbette…
Çocuk kitabı yazarken çocukların hayatlarına dokunabilmek, onların duygularını hissedebilmek nasıl bir his?
Yazmak benim için engel olunamaz bir gerçeklik, içsel bir yolculuk, algıladığım hayatın özgürce dışavurumu, kendimi açığa çıkarma hali belki de. Bir anlatım biçimi, yaşam şekli. Bazı insanlar vardır.Kendini spor yaparak ifade eder, bazıları resim yaparak, bazıları müzikle ilgilenerek.Tüm bunlar yaşadığımız dünyanın tanıkları gibidir. Bu yüzden bende yazarak paylaşmayı seçtiğim ve paylaştıkça çoğalma isteği duyduğum şiirle ve çocukların kendini, insanı ve yaşamı tanımasına imkan sağlayan, yeni hayat olanakları sunan bir edebiyatın içinde var olarak yoluma devam ederken bir görevi yerine getirmenin ve yetişkinlerin çekişmeli dünyasından sıyrılmanın huzuru ve mutluluğu içinde olma hissini yaşıyorum.
Çocuklara kitap okuma sevgisini nasıl aşılamalıyız?
Çocuğun içinde bulunduğu hayalci çevreden, gerçeklere yönlendirilme noktasında önem kazanan çocukluk çağı edebiyatının; ancak ciddi bir edebiyatla oluşabileceğinin altını çizmek gerekir. Çünkü yıllardır oluşmuş bir kanı var ki o da çocuk edebiyatının uzun uzadıya bir araştırmaya ve çalışmaya gerek olmayan bir yazma eylemi algısı olduğudur. Oysaki olgun bir yaşta, bir eseri çocuğun ruhuna göre ayarlayabilme sanıldığı kadar kolay ve basit bir iş değil, çocuk işi hiç değildir! Burada pedagojik formasyon bilgisi devreye girer. Gerek çocuk şiirleri gerekse de çocuk hikâye ve romanları çok büyük bir maharet ister.
Düşüncesi, dünyası gerçek ile hayal arasında olan hissi varlıklarımız için yazıyorsak yaşından çok öte düş gücüne sahip çocuklarla karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz. İşte tam da bu noktada düş kavramını işleyerek, onların varlık evreninden bakarak ve yine onların gerçekliğiyle hareket ederek çocuk ruhuna şekil verebilmeliyiz. O nedenle edebi bir eser ortaya koyabilme ile çocuk edebiyatı yazarı olabilme arasında büyük fark vardır. Bir şeyi çok iyi anlatabildiğinizi düşünürsünüz; ama çocuk sizin vermek istediğinizi anlamayabilir. Bu yüzden içindeki çocuğu yaşatarak çocuk bakışını geliştiren yazara bu özel ve hassas alan büyük sorumluluk yükler. Çünkü çocuklarımızın kendine has bir edebiyata ihtiyacı var.
Bu edebiyat da onların dünyasına yakın olmak, ömrü boyunca duymadığı bir takım varlıklardan söz etmek yerine yapılacak örneklemelerin çocuğun dünyasının parçaları olmasına ve birçok konunun arasında sıkışmamasına dikkat etmek gerekir. Dile özen gösterip, sıcak esprili bir üslup seçilmelidir. Çocuğun yetişkinlerden ayrılan tarafı, büyükleri akıl ve zekâ idare ederken, çocukları duyguların ve mantığın iç içe geçtiği bir dış dünya idare eder. Tüm bunlar dikkate alındığında çocuk gerçekliğiyle bir çocuk bakışı içinde yaratılan eserler en değerli varlıklarımız olan çocuklarımızın gönlüne hitap ederek kitaplara güler yüzle bakmalarını sağlayacaktır.
Yazar olmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?
“Kitaplar benim en büyük krallığımdır.” diyor ya ünlü şair Shakespeare, ben de öyle bakıyorum. Dört duvarı kitaplarla çevrili odama girdiğimde kendime ait bir dünyam bu dünyada okuduğum her kitabın arasından çıkıp gelmiş her biri birbirinden güzel, meziyetli kahramanlarla edindiğim dostlukları nasıl anlatabilirim. Onlarla birlikte kol kola girip el ele tutuşup olayın içinde kendime bir yer edinirim. Çocuklarında böylesi dostluklara, sırdaşlıklara ihtiyacı vardır. Benim baktığım yerden görmek istediğim belki de budur.