Erkut Tokman, Neslihan Yalman, Altay Ömer Erdoğan ve Erkan Karakiraz ‘Açık Şiir’i konuştu.
Karşıyaka çarşısında, İzban metro girişinden başlayarak elinizde kartpostallar, ardınızda mikrofon ve kamerayla, çarşının arka sokaklarına doğru yürüyüşe geçtiniz ve ilk performansınızı gerçekleştirdiniz. Performans başlamadan önce özel bir hazırlık yaptınız mı? Yoksa her şey spontane mi gelişti? Performans öncesi neler hissettiniz?
Neslihan Yalman: Performans gerçekleşmeden önce, sadece teknik konularda hazırlık yaptık; kartpostalları hazırladık, mekânı seçme girişiminde bulunduk, buluşma saatini ve noktasını ayarladık. Her şey kendiliğinden gelişti. Çarşıdaki ritme, kafamızda oluşan çağrışımlara göre harekete geçtik. İlginç hissettim. Sanat vasıtasıyla, açık alanda, performatif alanda, akışkan ve postmodern bir etki içinde insanlarla ilişki kurmak önemli bir deneyimdi. Kartpostal, günümüzde unutulmuş bir materyaldir; onun aracılığıyla çevredekilerle iletişime geçmeye çalışmak da, değişik bir ara-yüzey oluşturdu.
Erkut Tokman: Evet. Aslında kartları seçmek dışında ben de bir hazırlık yapmadım. Sadece mekân çok geniş bir alandı. Rotayı seçerken bir anda karar verildi. İnsanlarla ilk iletişim biraz zordu. Nasıl tepki verilebileceğini bilmiyordum açıkçası. Tabii öncesinde olabildiğince kısa bu performansı onlara izah etmek gerekiyordu. Açık şiirden de bahsetmek. Ve tabii dört şairin sokaktaki seçimleri de tamamen rastlantısal oldu. Bazen başka bir şairin yaptığı performansı izleyip ona katılmak da işin bir parçası oldu. Yani sonunda bendeki hafif endişe, performans ilerledikçe bir rahatlamaya dönüştü. Bu iş oluyor dedim ve tabii ki burada kolektif ruh bir itici güçtü. Kartpostalın günümüzde unutulmuş bir materyal olması bence de önemli bir çıkış noktası. Kendiliğindenlik, halkla ve kendi içimizde kurduğumuz ritim, evet, bence de önemliydi Neslihan. Sanki sürekli akışın kolektiflik içinde bir iç kontrolü söz konusuydu ve dışardan eklenen katılımcılar da bunun bir parçası oldular.
Altay Ömer Erdoğan: Aslında performansın kurgusu, sokaktaki insanın şiire vereceği reflekse odaklanmıştı. Kafalarında gündelik hayatın tortularıyla yürüyen insanları aniden şiir ile yüzleştiriyorsunuz. Bunun karşılıklarına çalıştık bir bakıma. Çünkü insanlar şehirsiz olduğu kadar şiirsiz olmaya alıştırılmışlar. Siz, buradan şiirsel olanı sökmek istiyorsunuz, ama bu imkânsıza yakın bir şey. Burada çağrışımlar devreye giriyor ve gündelik hayatın sıradanlığına biraz şiirsellik katmış oluyorsunuz. Metindeki ortaklaşma, gündelik hayatın kaosundan örgütleniyor yani. Bu, bir deneyim olarak ilginç veriler sunuyor. Sokağın nabzını söze, dizeye, şiirsel öğelere denkleştiriyorsunuz. Ortaya çıkan metin, şair bilincinin sokağın nabzıyla buluştuğu bir toplumsal sahneye dönüşüyor. Yani şiire dönüşmeye hazır olmayan içdökümleri topluyorsunuz sokaktan. Sonra mı? Şiiri sokağa taşımanın yanında sokağı şiire taşımış oluyorsunuz.
Erkan Karakiraz: Evet, tam da bu dediğin gerçekleşti, Altay. Buluşma noktasına giderken, yolda, heyecanlı ve tedirgindim, bunun sebebi seçtiğimiz bölgenin fazla steril, güvenli olduğunu düşünüyor olmamdı. Performansın gerçekleştiği zaman dilimini tüm unsurlarıyla deneyimlemek benim için çok önemliydi, o yüzden hiçbir ön hazırlığa girişmedim, hatta kartpostalları bile son anda evde kitaplıkta buldum. Abartarak söylersem, bir tür buluntu-nesneye dönüştüler performansın akışı içerisinde onlar da. En başta pek de ciddiye almadığım, ikincil bir aracı olarak gördüğüm bu nesnelerin, icra etme girişiminde bulunduğumuz içeriğin itici gücüne dönüştüğünü görmek, rastlantısal olarak karşımıza çıkan kişileri şiir yazmaya ikna eden biricik unsur olduğuna şahit olmak şaşırtıcıydı. Var olan, hayal edilen sesleri, başkalarına iletme çabasını gözlemlemek tuhaftı biraz. Şiir üzerine, onu yapan ve o alımlama uğraşısını gösteren niceliğinde bakış açısı bulunduğunu kanlı canlı yaşayarak bir kez daha deneyimlemek de öyle. Başka varlıklar, şiirin ortaya çıkışını tetikliyordu; birine, bir varlığa seslenme düşüncesi en ayartıcı güdüydü orada. Galiba bir örneklem üzerinden, dünyanın ne dediğine, ne düşündüğüne, nasıl baktığına tanıklık ettik.
Kartpostalın ‘açık’lıkla; popüler kültürle nasıl bir ilişkisi var? Bu bağlamda performansa bakarsak? Performans sırasında neler hissettiniz? Nasıl değerlendirirsiniz?
Neslihan Yalman: Kartpostal hem herkesin kolayca ulaşabileceği hem de günümüz teknoloji ortamında unutulan bir ara-nesne, aktarım aracı… Ara-nesne diyorum; çünkü, kimsenin kimseye mektup yazmaya hali kalmadı, vakti ve motivasyonu yok. Ama, kartpostal hem hıza yetişilebilmesi hem de yazılı kültürün gelenekselliğiyle ilişki kurulabilmesi açısından dolaşıma sokulabilir. Performansta insanlara dijital olanla değil de, kendi el yazılarını kullanacakları yazılı olan bir malzemeyle gitmek, bu bağlamda daha şaşırtıcı oldu diye düşünüyorum. Performans bayağı hızlı başladı. Farklı kesimlerden-yaş gruplarından, farklı sınıflardan insanlara sanat aracılığıyla yaklaşmak inanılmaz duygular doğuruyor. Üzülüyorsunuz, hüzünleniyorsunuz ya da kızıyorsunuz çoğu zaman; herkes gardını almış, uyuşmuş, çekingen, kendince sürekli bir şeyler iddia etme çabasında. Ama, aynı yeryüzünde işte, bazı anlar geliyor -mesela gençler, özellikle genç erkek çocukları beni hayli etkilediler- bir ateşin harlandığını, herkesin içinde sıkışmış rafine duygular bulunduğunu görüyorsunuz. O an -bir an ama bir- ‘devrim sanattır’ diyorsunuz, çağdaş sanat, performans, açık alan deneyimi, denemek, özgürlük, özgünlük… Umut yeşeriveriyor kalbinizde ve beyninizde meşale yakıldığını hissediyorsunuz. Hayat olimpiyat ateşi gibi… Devam ettikçe siz, evren de açıyor kendini size. Performans bu çok-yüzeylilik, çok-seslilik ve bu hareketlilik işte!..
Erkut Tokman: Evet. Kartpostalın sokaktaki katılımcı ile etkileşimde ve iletişimde araç olarak kullanılması ve yazılı kültürün unutulmuş bir parçası olarak geleneksel bayram günleri ya da turistik anmalar dışında bir performansta gündeme gelmesi; unutulan bir yazı aracı olarak kartpostal kültürünün şiir aracılığıyla sokağa sunulması ve orada bu süreci ilerletebilmek acısından girilen diyalog; şairle performansçı kişinin karşılıklı açılımları söz konusuydu. Bir duyguyu ifade ederken girilen ruh hali gibi; yazıya geçirirken de bir yaratı cesareti özgüven yaratması gerekti sokaktaki kişilerin. Üstelik bunların çoğunun daha önce hiç şiir yazmadıklarını düşünürsek; kartpostal vasıtasıyla şiirsel bir yazma ediminin hafızasını kişinin kendisine açmak ve bu yolla kişide muhtemel uyanması beklenebilecek daha ileri safhalardaki bir okuma ve yazma edimine yöneliş umut olabilir. Örneğin hayatlarında hiç şiir yazmamış iki küçük çocuğun annelerine şiir yazmaları; bir berberin dükkânında o an şiir yazması ya da bir dilencinin kucağında bebeği varken kartpostala bir şeyler karalaması. Bunların hepsi kişinin iç dinamiklerini ve duygusal hafızasını tetikleyen etmenler oldu. Samimiyet duygusu ve her katılımcının farklı yaklaşımlarını gözlemlemek de ilginçti.
Erkan Karakiraz: Performans esnasında yardımcı bir unsur olan aracın (kartpostal), asıl amacına yakın bir çizgide, ılımlı yaklaşımlarla, rahatsız eden konuşma ve davranışlara girişilmeden, uçlarda gezinmeden, aşırılaştırılmadan katılımcıları şiir yazdırmaya motive etmede kullanılması söz konusuydu. Dördümüzün de kendiliğinden gelişen, doğaçlamaya dayalı bir ikna etme çabasına giriştiğini gözlemledim. Belki de günlük hayatımızda olmadığımız denli sabırlı, sokulgan ve girişken tutumlar sergileyen, sesini ve bedenini ikna etme yönünde kontrol altında tutan, zaman zaman kendisi olmanın ötesine geçen bir başkalaşım da yaşandı. Elbette, sokaktaki ya da küçük esnafın işlettiği çeşitli türde dükkanlardaki bireyleri motive eden tek unsur “kartpostal” değildi. Bir kameranın sürekli orada olmasının, seslerinin ve görüntülerinin bu konuşmalar, eylemler esnasında kaydedildiği bilgisinin kendilerine bildirilmiş olması, kanımca en kışkırtıcı motivasyon sebebiydi. Warhol’un ön gördüğü o on beş dakikanın peşindeydi galiba herkes. Sosyal medyanın, yazılı ve görsel basının sürekli kaşıdığı “görünme arızası”nı, toplumun şiddetini hızla artıran “gösteri” merakına bitiştiren bir fırsatı kaçırmama “an”ıydı yaşanan. Akıllı-telefon kullanım oranının artmasının ve sosyal medyanın en ulaşılabilir yerde, avcumuzun içinde bulunmasının sonucu olarak, performans çabucak aslında hiç kimsenin şaşırmadığı, hemen uyum gösterdiği, duygu ve düşüncelerini ifşa etmekten imtina etmeyi aklına bile getirmediği, mekânsal olduğu kadar zamansal da olan, deneyimlendiği süre içerisinde tasarlanan bir “gösteri”ye evrildi. Her katılımcının, şiir yazmayı kabul etmesinin altında, kendi gizli arzularının ve bizi bu performansın icrasına götüren niyetlerin ötesine geçen unsurlar olduğunun ayırdına varmak sarsıcıydı. İlkokul çağındaki iki kardeşin, hayatlarında ilk defa şiir yazmayı o sırada yanlarında bulunan annelerinin izniyle kabul etmelerinin ardından, her ikisinin de kartpostallarının üzerine, birbirlerinden habersiz, annelerine ithaf ettikleri şiirler yazmaları; berber dükkanı çalışanlarının, şiiri, yaptıkları işin reklamını yapma konusunda bir araç olarak gördüklerini belli eden söz ve davranışları; kucağında bebeğiyle mendil satan kadının, önceden kalbini kıran kişiye duygularını ulaştırmada şiiri kullanmaya girişmesi, beni en çok düşündürüp sarsan örneklerdi. Naif bir nesne olarak geçmişin tozlarına bulanmış olan kartpostalı yeniden-yorumlama edimi olarak gördüğüm bu performansın icrası esnasında, hakikatin, saklandığı yerden kısa süreliğine de olsa çıkıp başını uzattığını, gözlerini gözlerimizin karanlığına dikip baktığını duyumsadım. Oradaydık ve aslında hiç birimiz yoktuk. Tüm süreç, bildiğimiz bir şeyleri yeniden keşfetme eylemi olarak işledi. Her tepkinin, her sözün ve eylemin ikincil anlamlara doğru aktığını, aynanın sırının döküldüğünü hissettim.
Altay Ömer Erdoğan: Kartpostal, belleğe seslenen bir nesne. Dijital çağın iletişim ve sosyalleşme aygıtlarının tümünün işlevlerini bir zamanlar kendinde toplamış bir nesne hem de. Post-card bir çağda yaşıyoruz. Kartın yerini led ekranlar almış durumda. Öte yandan iletişimin hızı artmasına rağmen sosyal kalitesi artıyor mu, emin değiliz. Bu tür bir nesneyi aracı ederek yaptığımız performansta insanların belleğini harekete geçirmiş olduk bence. Yine de ortaya konan çaba “an”a ait! Benim tanık olduğum, performansımıza özne olmayı kabul eden bireyler, kolektif bir belleğin kırıntılarını sözel ifadelere dönüştürdüler. Neden ki insan, kolektif belleğe seslenir, kendini, düşünce ve duygu dünyasını gizlemek için belleğini bir kalkan olarak kullanır? Bu soruyla birlikte değerlendirdim performatif etkiyi. İnsanların yaşanmışlıklardan çok yaşanmamışlıklara ait bir bellek oluşturduklarını da gördüm kaldı ki. “Bazı insanların zihninde bazı hayallerin hiç eskimemek gibi bir ayrıcalığı vardır” diyor Bachelard. Ben, insanların bu ayrıcalığı gündelik tutkulara takas etmiş olduklarını da hissettim. Bu hissimi, dünyadaki varlığımızdan çok yokluklarımızın, yoksulluklarımızın, yoksunluklarımızın bizi biçimlediğinin altını çizen dizelere aktardım. Kaynağı, kalplerinin pencerelerini bize aralayan performansın özneleriydi. Kim bilir kimlere gönderdiler o kartpostallardaki dizeleri?..
Açık Şiir
- eylemseldir, fiziksel uzamla, çevresel unsurlarla ve an’la etkileşim halindedir; var olan bir metnin eylemle sunulmasını değil de eylemden doğan şiire geçişi temel olarak benimser.
- bireysel olduğu kadar kolektiftir de ve uzamın sunduğu maddi manevi olanakların tümünü sonuna kadar bünyesine katma güdüsünü taşır; halka ve çevredeki her şeyin katılımına açıktır; eylemselliğini ve işlevselliğini ancak böyle tamamlar.
- disiplinlerarasıdır; yazım/yapım/icra aşamasında, esnasında ya da sonrasında, diğer sanat dallarından en az biriyle ortak etkileşime geçer (edebiyat, resim, dans, video-enstalasyon, müzik, tiyatro, opera, sinema, fotoğraf vb.), kostüm ve obje kullanımını da yadırgamaz
- mekâna taşınmasının ötesinde, günün siyasi, sosyal ve yaşama ilişkin koşullarını yansıtmaya eğilimlidir; toplum ve sanatla ilgili siyasi, toplumsal konuları da içerebilir, hatta sosyo-politiktir; teorisini pratiğinden çıkarır
- estetik ve dilsel kaygıları önemsemekle birlikte sokak diline ve jargonuna da yer verir
- ilk/son haliyle, sahne, konser salonu, dergi, internet, televizyon, radyo, park, okul, kafe, sokak vb. gibi çeşitli uzam ve ortamlarda sergilenebilir/yayımlanabilir/icra edilebilir; ancak nihai sunumu esnasında da yeniden devinir, yeniden dönüşür
- doğaçlamalar barındırır, farklı kurgulara da açıktır (ütopya, distopya, söyleşi, yüzleşme, gerçek zamanlı deneyim, canlı yayın vs.)
- yenilikçi, eylemsel, performatif, yaratıcı, avangart bir tutumu benimser.
ERKUT TOKMAN NESLİHAN YALMAN ALTAY ÖMER ERDOĞAN ERKAN KARAKİRAZ