AYLİN ÖZER
Ağrılı geçen bir kadınlığın çocukluğuydu yazdıkları ya da sancılı bir çocukluğun kadınlığı. Çok ağrılı bir hayat yaşadı Didem. Hatta bu yüzden İstanbul’un adını ‘Ağrı’ koymuştu bir şiirinde. Şiirlerini anlattı Müjde’ye, Ali İhsan’a, Işıl’a, Füsun’a… Hepsi de ağrısını sıcak bir çikolataya dönüştüren ılık insanlardı. En başta da hayatının hem miniciği ve hem kocamanı olan Füsun. Annesini çok küçük yaşta kaybetmişti sevgili Didem Madak. Kızında yad etmek istemişti bu efsunlu kişiyi (yani annesi) miniciğine de ‘Füsun’ ismini vererek. (Kimbilir belki de bir mucize istemişti tanrıdan.)Bir imge kraliçesi olarak binlerce farklı isim bulabilirdi elbettek ki kızına. Ama o kaybettiği en yakınının adını artık hayatla kuçaklaştırdığı en yakınına vermişti. Didem çok küçüktü annesi hastalandığında. On üç sayısı gerçekten uğursuzluk getirmişti ona. Annesi otuz sekiz yaşındayken yakalandığı beyin kanserinden dolayı hem Didem’e hem Işıl’a yarım bir hayata bırakmak zorunda kalmıştı. Bü yüzden Didem Madak için bir ‘anne şairidir’ desek sanırım hata yapmış olmayız. Şiirlerinde bu nedenle anneliği-annesizliği, kardeşliği, çocukluğu tam bir kadınlık ile içselleştirmiştir. Annesine yazdığı şu dizeler bunun en güzel örneğidir.
“Ölen her kadın için şiir yazdım.
Onları Muc’a evin karşılığında verdim,
Çok ucuza.
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: Anne!”
Kardeşi Işıl hastalandığında onu da kaybedeceğini düşündüğü için ‘Karınca Kumu’ adlı şiirinde Işıl’a şöyle seslenmiştir:
“Ateş iyidir,
derdin sen başarıdır.Çok şeyler başaracaksın.
Kardeşim, biriciğim sen olmasan,
Ablanın kabuslarını kim hayra yorardı?”
Bir Hıdırellez Günü’nü daha yeni geçmişte bıraktık. Bu şiirinde Didem kardeşi Işıl ile konuşuyor o ateşler içinde yanarken. Işıl’ın karınca kumunu toplamasından bahsediyor. Karınca Kumu’nu bereket ve şans getirsin diye toplayıp getirmemiş miydi Işıl? Bazı dilekler hiç kabul olmuyor demek ki hayatta!
Kızı Füsun da çok küçüktür Didem hastalandığında. Füsun üç, Didem ise kırkbir yaşındadır kızıyla bu yaşamda vedalaştığında. Füsun’u kucağına aldıktan sonra pek şiir yazamaz Didem. Aslında yazmak istemez. En güzel şiiri kollarındadır çünkü. Hastalandığında kızına bir mektup bırakır. Son satırı şöyledir: ‘Canım kızım, cehaletimden şair oldum. Annesizliğimden. Sen sakın şair olma!’
‘Bodrum katlarında açar en çok çiçekler. Menekşeler, begonviller ümitler…’demiştim bir şiirimde. Bence bodrum katında açan en güzel çiçektir Didem. Kendisi de böyle düşünüyor olmalı ki bir röportajında şöyle dile getirmiş bu durumunu:
‘Rutubete dayanıldığı sürece şiir yazmak için çok iyi yerler.’
Grapon ve yaldızlı çokomel kağıtlarına iyi şiirler yazdı Didem. Bazen reçel ve turşu kavanozlarını devirdi şiirlerinin içinde. Ve giderken ‘128 Dikişli Şiir’ bir şiir bıraktı sevenlerine. Bu şiirini defalarca okudum. Bir yeri içimi çok derinden etkiledi. Füsun ile birlikte pembe çaylar yapıp pembe fincanlardan pembe çaylar içtikleri satırlar…Ne kadar da gerçek ve maalesef ne kadar ölü.
Füsun harika bir genç kız oluyor Didem. Arada fotoğraflarını beğeniyorum sessizce ve onu rahatsız etmeden. Ve sana en az Işıl kadar benziyor. Umarım mektubunu okur ve sözünü dinler anneciğinin.
Anneler günün kutlu olsun Didem.