Kapsamlı eleştirileri ile tanıdığım Taylan Kara’nın Poe’nun Kuzgunu adlı romanını büyük bir merakla okumaya başladım. Edgar Allen Poe’nin iki şiirinden ( Kuzgun ve Anabel Lee)yola çıkılarak yazılan bu kurguda bir cinayat üzerinden insan ve toplum ilişkisinin sosyal ve psikolojik boyutlarına vurgu yapılmış.
“Ediz, tuhaf bir rastlantıyla tanıştığı arkadaşı Ragıp’ın ölüm haberini alır ve aklından çıkmayan soruları temizlemek için beş yıl önceki yolculuğun izine çıkar. Geçtiği yerlerden adım adım ilerleyerek cevabın nereye gizlendiğini bulmaya çalışır. Yolda karşılaştığı devasa kuzgun heykeli gecenin içinde en az Ediz’in sırlarla gömülü geçmişi kadar karanlıktır.”*
Romana başlarken Edgar Allan Poe’dan alınan “Gerçek kurgudan daha tuhaftır” cümlesini okuduğumda gerilimin ve korkunun baskın olacağı bir roman okuyacağımı düşündüm. Romanda okuyucuya olayın gerilimini yaşatmaktan daha çok cinayet ve cinayetin toplum ya da insanlık üzerindeki etkileriyle ilgili felsefik, sorgulayıcı tespitler yapılmış. Bu anlamda Taylan Kara’nın eleştirel bakış açısını kurmacaya yansıttığını düşünüyorum. Vereceğim örnekle bunu daha iyi ifade edeceğimi zannediyorum.
“Bir cinayetin yaydığı kötülük, sadece kurbanın fiziksel ve katilin manevi tahribatıyla sınırlı değildir.Cinayetin onu izleyenlerde bıraktığı ahlaki zarar, aslında onun en derin ve hiç üzerinde durulmayan etkisidir. Bir cinayetin katil ve kurban dışında en az bu ikisi kadar vazgeçilmez aktörleridir izleyenler. Onlar esas katil gibi, yapılan işin ağırlığını sırtlarına yüklenecek kadar onurlu ve gözü pek olmayan gizli katillerdir. Bunları kıçının sandalyeden ayrılmamış olmasını masumiyetinin delili yapaman ve büyük günahlara en az tahrip eden eller kadar seyreden gözlerin de katkıda bulunduğunu bilmen için yazıyorum.”( s:87) Ayrıca Ediz’e gelen mektupta da insanlıkla ilgili sosyolojik ve felsefik tespitler yer almış.
”Ama bir de kendine bak( bu arada artık vedalaşma zamanı); senin şahsında bütün insanoğlunun içinde bin yıllar öncesinden beyinlere oturan o “Kabillik”halen yaşıyor. Türümüzün kabına sığmaz evrensel mirası bu işte…Sadece bu. Başka Bir Şey Değil…”
Daha önce bazı filmlerde de işlenen çoklu kişilik sendromu olduğunu tahmin ettiğim bir hastalık konu edinmiş romanda. Ediz- Ragıp karakterleri birbirinin zıddı kişiliğe sahiptir ve ikisi de aynı kişidir. Bu durum romana ilgi çekici bir hava katarken diğer yandan da anlatıcı konusunda bazı sapmalara yol açmış. Kimi yerde hakim bakış açısı olarak algılanan anlatıcı, bazı kısımlarda gözlemci bakışa da bürünmüş.
“Kadın arada bir nefes aldı.” (s:39)
“Ediz hiç istemediği şeyleri hatırlamak zorunda kalıyordu.Bu şarkı geçmişinin anahtarıydı”( s:56)
Olaylar geçmiş ve şimdi arasında gidiş dönüşlerle kurgulanmış .Bu durum okuyucunun çözmesi gereken sırlı olaylara daha da odaklanmasını sağlamış.Ediz beş yıl önce geldiği kasabaya tekrar dönünce geçmişteki olayları da hatırlamaya başlar. Okuyucu adeta filmlerdeki “flashback” yöntemiyle olayların içine çekilmiş.
“O zamanlar genç bir üniversite öğrencisiydi.Ediz, şimdiki hali ile o zamanki hali arasında yüz benzerliği dışında hiçbir benzerlik yoktu. “(s:56)
“Bir akşam kara saçlı, kara makyajlı, kara giyisili kız(adını çoktan unutmuştu)onu bir bara götürmüştü.Ediz’in hiç alışık olmadığı yerlerdendi.”(s:57)
Romanlar diğer olay yazılarının içinde yer, zaman, olay ve kişiler bakımından oldukça ayrıntılı edebi türdür. Bu durum dil ve anlatımın yorucu ve uzun ifadelerle yapılacağı anlamına gelmez. Poe’nun Kuzgun’undaki betimlemeler, olaylar okuyucunun hayal gücüne bırakılmadan açıklama kaygısı güdülerek anlatılmış.
“Ediz, kadının yüzüne hiçbirşey anlamayan bir yüzle bakıyordu. Kadın birden gülmeye başladı, gülüşü sadece sözlerini ve Ediz’in şimdi fazlaca hissettiği aptallığını daha da pekiştiriyordu. Bıçakla öldürülmüş bir cesede vurulan son birkaç bıçak darbesi gibiydi gülüşü; işlevsizdi, cümleleriyle elde ettiğini sağlamlaştırıyor ve yeni bir şey söylemiyordu. Sonra yine o alaycı gülümsemesiyle:”(s:32)
Ayrıca bazı cümlelerde anlatım bozuklukları da göze çarpmaktadır.”Benal ile internette ilk tanıştığında derinlerde bir yerlerde gelişen vicdan azabını sınırlayabilecek birkaç cümlenin çevresinde dolandığı fikirler aşağı yukarı buna benzer şeylerdi.” Bu cümlede “ilk tanıştığımız” ifadesi hatalıdır çünkü tanışmak zaten ilk kez gerçekleşir.Başka bir cümlede de “Cinayetin, onu izleyenlerde bıraktığı ahlaki zarar, aslında onun en derin ve hiç üzerinde durulmayan etkisidir.” Bu cümlede ise ‘hiç’sözcüğü yanlış yerde kullanıldığı için anlatım bozukluğuna yol açmış.Doğru ifade “üzerinde hiç durulmayan etkisidir”şeklinde olmalıdır.
Mitolojik kavramlar ve olaylar her zaman ilgimi çekmiştir. Modern hayatın anlatıldığı bu kurguda mitolojiden beslenilmesi ve bunun kurmaca içinde uyumlu bir şekilde sindirilmesi Poe’nun Kuzgunu için bir başarıdır. Romanın ana karakteri Ediz, geçmişindeki sırlı olayı çözmek için geldiği kasabada büyük bir kuzgun heykeli görür. Bu heykeli yapanların Mısır medeniyetinde yaşayan “Korvuzlar” adındaki bir kabile olduğunu öğrenir. Bu kabilenin ilginç hikayesine dair bir bölümü paylaşmak istiyorum:
“Korvuzlar sadece burayla sınırlı bir yerde yaşadılar; yaşadıkları sürece hiçbir kavim onları yenemedi. En güçlü istilacılar bile onları sınırlı topraklardan söküp atamadı. Onları en parlak dönemlerine ulaştıran büyük kralları Koraks ölünce topluca intihar ederek yok oldular. Ülkelerinin en parlak zamanında… O tarihten sonra yeryüzünde tek bir Korvuz’un bile sağ kalmadığı söylenir. Yazıtlarına göre öldükten sonra kuzguna dönüştüklerine inanıyorlardı.”(s:35)
Taylan Kara’nın Korvuzlara yüklediği bu özelliklerin onun siyasal ve toplumsal düşünceleriyle paralellik gösterdiğini düşünüyorum. Ayrıca yazar, “dualizm”den beslenerek kurgusuna ilgi çekici bir özellik kazandırmış. Korvuzlardaki dualizm inancı, kasabada ve adadaki iki kuzgun heykeli, kurguda bir bedende iki karakterin oluşu(Ediz- Ragıp, Benal- Elena gibi ikizlikler) bunun göstergesi olarak örneklenebilir.
Romanda olay üzerine yoğunlaşılmış. Her şeyin merkezinde çözülmesi gereken bir olay var ve anılar, iç konuşmalar, izlenimler bunun etrafında gelişmiştir. Ediz’in kasabaya gelmesi, Ragıp’tan haber beklemesi, oteldeki kadınla tanışması ve bütün bunlar olurken geçmişi, eşini ve Benal’i –iç konuşmlarla ve geriye dönüşlerle-düşünmesi, Ragıp’tan gelen paketle her şeyin çözüme kavuşması. Olay hikayeciliğinde de bulunan serim-düğüm-çözüm bölümlerini tespit etmek oldukça basit.
Hepimizin bildiği gibi son zamanlarda teknoloji ve ardından sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla toplumumuzda, aile ilişkilerinde ve bireysel yaşantılarda değişimler oldu. Dönüşümler ve kırılmalar yaşayan toplum edebiyatın da konusu oldu. Taylan Kara, romanında yüzleşilmesi ve sorgulanması gereken bir konuya yer vermiş.Sanal ortamdaki tanışmalar, kadın erkek ilişkileri ve aldatma. Ana karakter Ediz, sanal ortamda tanıştığı Benal’e aşık olur ve eşini aldatır. Kara, bu konuyla ilgili görüşlerini kurmacasına şöyle dahil eder:
“Herkesin kolayca bulabileceği sahte bir ad, söyleyeceğin şeylerin ağırlığını taşımayan, leke tutmayan ve istediğin anda unutup yenisini yapabileceğin bir kimlikle bir tür evcilik oyunu gibi başlamıştı. Ortada ne bir gerçek ne de sorumluluk duyabileceğin bir davranış vardı; yaş ,isim her şey sahteydi; ortada olan tek şey kendi kendine yakıştırdığın takma addan ibaretti.”(s:49)
“Tanıştıktan sonraki birkaç gün gece yarısından sonra saatlerce bilgisayar tuşları aracılığıyla konuşmuşlardı.”(s:50)
Taylan Kara’nın kurmaca dünyasında rastladığım başka bir nokta da Edgar Allen Poe. Yazarın “Kuzgun ve Anabel Lee” adlı şiirlerinden etkilenerek yazdığı bu romanı bitirdiğimde zihnimde büyük bir imge asılı kaldı: “kuzgun.” Kara’nın bu kuşu kullanmasının şiirdeki çağrışımlardan olabileceği gibi Maide Suresi 31.Ayet’te geçen Kabil’in Habil’i öldürmesinden sonra cesedi nasıl gömeceğini Kabil’e bir karganın göstermesiyle de ilgisi olduğu söylenebilir. Ediz, içindeki diğer kimlik olan Ragıp, Benal’i başka bir deyişle Elena’yı öldürüp gömer ve o sırada orda bir kuzgun vardır.
Ali Günvar,” Gelenek Dil İle Başlar”adlı yazısında ”Mit dediğimiz husus ille de rasyonel olanın dışına çıkan bir efsane anlatımı olmak zorunda değildir… Yaşadığımız toplumda daha bir sürü rasyonel görünümlü mit sayabiliriz ve bunlar bize konuştuğumuz ya da yazdığımız dilde vereceğimiz mesajların ve hatta bu mesajları verirken kullanmamız gereken jargonun da sınırlarını verirler.”
Burdan yola çıkarak Taylan Kara’nın da” kuzgun” ve satranç tahtasından kovularak dama taşlarına dönüşen” şatlar” ile kendi mitini oluşturmayı başardığını söyleyebilirim.
Kara, bu romanında insana ve onun ruhsal durumlarına eğilmekten daha çok, kurmacasında oluşturduğu kodlarla toplumsal bilinç oluşturmayı amaçlıyor diyebilirim. Çoklu kişilik sendromuyla mücadele eden ve ilaç kullanan Ediz, çalışma odasında Poe’nun Anabel Lee şiirinin çevirisiyle uğraşırken uyuyakalır ve romanın kurgusu gördüğü rüyadan eşi Serap’ın onu uyandırmasıyla son bulur. Taylan Kara silik, sakin ve hasta bir karakter üzerinden; aktif, kötü kalpli, asabi ve hırslı bir karakter daha yaratıp insanlık tarihindeki ilk cinayete atıfta bulunarak ahlaki çıkarımlarda bulunmuş. Bu çıkarımlar Ragıp’ın Ediz’e gönderdiği defterde günlük şeklinde tasarlanmış.Günlükleri okurken sarsıcı tespitler ve düşündürücü ifadelerle karşılaştım. Bu durumun roman için bir handikap olacağını düşünüyorum. Çünkü çoğu zaman roman değil de felsefi eleştiri kitabı okuduğumu hissettim.
“İnsanların ibret alacağı bir cinayet ise kurgusallığın ötesinde çok zalimce olurdu. Tanrının sevgisini kazanma güdüsü ile işlenmiş bir cinayetin tanrının laneti ile sonuçlanması neredeyse matematiksel bir kesinlikti; bunun için Habil’in ölmesine hiç gerek yoktu.”(s:90)
“Cinayetler böyledir zaten; birisi öldürür, diğerleri seyreder ve üzülür; hepsi cinayete dahildir”(s:89)
Son olarak şunu belirtmek isterim: Popüler kültürün dayattığı romanlarda asla olmayan bir birikimi bulacağınız bu roman, çağımız insanını ve onun meselesini çarpıcı bir şekilde kurguya yansıtmıştır.
Okumalar:
KARA Taylan, Poe’nun Kuzgunu, Hayal Yayınları, Ankara, 2008.
*TANRIVERDİ Ayşenur, Poe’nun Kuzgunu:İki Şiir, Bir Roman, Bir Ustura, www.ekdergi.com, 2017.
Dipnot:Koza Düşünce Dergisi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.