Hepimiz, haberin ve bilginin bombardımanı altındayız. Bize sunulan seçenekler genellikle taraflıdır. Küçük ve önemsiz gibi görünen ayrıntılar, karar verme sürecimizi etkilemekte ve bizi yönlendirmektedir. Günümüzde, bilerek ya da bilmeyerek bu konuları organize edenler var. Zaten, bunun adını bile koymuşlar. Advertorial… Gazetecilik ve televizyonculukta yer alan bir kavram. Bir çeşit gizli reklam. Bir ürün veya hizmeti tanıtmak amacıyla yapılıyor. Dolayısıyla, hepimiz yanılsamalara açık durumdayız.
Bu konuya değinmek nereden aklıma geldi? Eleştirmen, Gazeteci-Yazar Doğan Hızlan, 15 Ocak 2019 tarihli köşesinde, eleştiriyormuş gibi yapıp OT ve KAFA dergilerinin Ocak sayılarını tanıtmış. İki gün önce de (13 Ocak), Uğur Dündar’ın köşesindeki yazı dikkatimi çekmişti. Şöyle ki… Müjdat Gezen’e kendisini eleştiren bir mektup gelmiş. Gezen, mektubu Dündar’a göndermiş. Dündar da mektubu yayımlamış. Mektup imla hatalarıyla dolu. Ancak bir zorlama hissediliyor. Mektubun, eğitim seviyesi düşük bir kişi tarafından yazıldığı algısı yaratılmak istenmiş gibi. Mektuptaki mizahi üslup ise, gözden kaçmıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, mektubun Müjdat Gezen’in kaleminden çıktığını düşünmemek elde değil. Sevdiğimiz insanların bunu yapması okuru yaralıyor. Başkasını bilemem, ben böyle düşünüyorum. “Anılan kişilerin reklama ihtiyaçları var mı?” diye sorabilirsiniz. Kitaplarınız ve sanatsal faaliyetleriniz varsa, reklama da her zaman ihtiyacınız vardır.
Bir öykü yarışmasının, aslında reklam amaçlı düzenlenmiş olabileceğini hiç düşündünüz mü? Muzaffer İzgü, öykülerinde belden aşağı espri ve kelimeler kullanmamıştır. Oysa, O’nun adına düzenlenen gülmece yarışmasını (2017) kazanan kişinin öykü kitabında şu cümleler yer almaktadır:
“S.kerim senin ecdadını.” (Sayfa 104)
“Bir orospu gülüşü çaktı.” (Sayfa 113)
“S.ktiğimin hayatı…” (Sayfa 115)
Şimdi akla gelen soru şudur: “Bu yarışmanın amacı Muzaffer İzgü ekolünü sürdürecek mizahçıları ortaya çıkarmak mı, yoksa mizah ustasının adını gündemde tutup yayınevinin elindeki kitapların satılmasını sağlamak mı?”
2013 yılında ilk kitabım (şiir) çıktığında, duyduğum o heyecanı anlatmam mümkün değil. Yaşayanlar bilir. Yayınevinin bana verdiği kitapları, kitap eki veren bütün gazetelere göndermiştim. Bunu öğrenen yayıncım, “Paranı boşuna harcıyorsun” demişti. Haklıydı… Hiçbir yararı olmadı. Kitap fuarlarında yer almaya başlayınca, yeni yerler gördüm ve yeni insanlar tanıdım. Tabii bu arada, ilginç olay ve konuşmalara şahit oldum. Bu fuarlardan birinde, medyatik yazarlardan biri hakkında konuşuluyordu. Ünlü olmadan önce, kitabını bastırmak amacıyla bir yayınevine gitmiş. Altmış bin lira karşılığında kitabını basmışlar. Bunu söyleyen kişiye, “Bu adam aptal mı, bir kitap için bu kadar para harcanır mı?” dedim. “Düşünsene” deyip ekledi, “televizyonlara çıkıyorsun, gazetelerde yer alıyorsun, billboardlarda afişlerini görüyorsun. Kitabın bir yıl raflarda kalıyor. Ünlü bir bayan gazeteci var ya, onunla röportaj garanti…”
Sonra kendi kendime düşündüm, bu anlatılanlar neden doğru olmasın? O ünlü gazetecinin para karşılığı röportaj yaptığını gazetelerde okumadık mı? Öyle anlaşılıyor ki, her şey ünlü oluncaya kadar; gerisi yazarın kendisine kalmış…
Kitap tanıtımı/reklamı konusunu farklı boyutlara taşıyanlar da yok değil. Nasıl mı? Yine kitap fuarlarından birisindeyim. İki ünlü dizi oyuncusu kitap imzalıyor. Ancak bu şahısların kitabı yok ki… Bir insan, kendisine ait olmayan kitabı neden imzalar? Merak ettiğim için sordum soruşturdum. Kitabın yazarına destek olmak amacıyla orada bulunuyorlarmış. Buna, “kitabın satışına destek” desek daha doğru olur. Bitmedi! Bir başka fuarda, bulunduğum standın karşısındaki stantta gencecik bir oğlan kitap imzalıyor. Yanında üç dört tane kız var, arada bir sarılıp oğlanı öpüyorlar. Kitabın kapağında ise, oğlanın fotoğrafı yer alıyor. Sonradan öğreniyoruz ki, kitabın yazarı o oğlan değil.
Bir örnek de televizyondan verelim. Çok izlenen kanallardan birinde, 21 Ocak akşamı gösterilen bir dizide yer alan sahne şöyle…Kadın, elinde bir bohçayla adamın yanına geliyor. “Bunları çöpe atmam istendi” diyor. Adam, bohçayı açar gibi yapıyor. Bohçada neler olduğunu tam olarak anlamıyoruz ama en üstte bir kitap (Göğe Bakma Durağı) görüyoruz. Adam, “Hemen aldığın yere götür” diye karşılık veriyor. Kitabın, dizinin konusuyla bir ilgisinin olmadığını belirtelim.
Gizli reklam/tanıtım konusundaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Ne yazık ki, bunları yaşamaya devam edeceğiz. Ve birçoğumuz, birçoğunun farkında olmayacak. Ancak bize düşen görev, seçeneklerimizi düşünerek ve sorgulayarak belirlemektir. Yani, seçme hakkımızı doğru kullanmaktır.