Mesnevi’de geçen bir hikayeden yola çıkılarak tasavvufun etkisiyle yazılan Simyacı, her okuduğumda ayrı bir haz aldığım nadir romanlardan biridir. Kurguyla bağlantılı olarak yazılan masal tadında mini hikayelerden oluşan, süslü cümlelerden uzak, adeta edebî bir başyapıttır. Gabriel Garcia Marquez’den sonra en çok okunan Latin Amerikalı yazar Paulo Coelho’nun son kitabı Hippi de gerçekte Simyacı gibi onun kişisel menkıbesini bulma isteğini anlatmakta. Bugüne kadar ki yayınlanan eserleri arasında belki de kendi hayat hikayesine en yakın olan eseri Hippi’dir. Gelelim “Hippi”nin konusuna…
Özgürlük rüzgârının bütün dünyayı sardığı 1970 yılında, değişik maceralara çıkıp, dünyayı keşfetmek isteği ile farklı ülkelerden bir araya gelen çoğu genç olan bir topluluk… Onlar için en önemli mekânlar, Londra’daki Piccadilly Circus ve Amsterdam’daki Dam Meydanı… Kimileri vaktini kendilerini özel hissettikleri bu mekanlarda geçirirken, kimileri de bu meydanları durak olarak kullanıp, başka yerleri keşfetmenin peşine düşüyor. Bu duraklardan birinde, Amsterdam’daki Dam Meydanı’nda yazarlık hayalleri kuran Paulo ile genç yaşında bir çok tecrübe yaşayıp, yaşamından sıkılmış; tek amacı Nepal’e gitmek olan Karla ile karşılaşıyor.
Özgür seks, uyuşturucu ve özgürlükçü yaşam tarzları o dönemin bir yönünü; seyahatlerinde yaşadıkları zorluklar, insanların kendilerine karşı önyargılı tavırları ile güvenlik güçlerinin baskı ve şiddeti dönemin diğer yönünü teşkil ediyor. Ama asıl roman, bir arayış içinde olan genç ve güzel Karla ile özgürlük peşinde koşan Paulo’nun karşılaşmasıyla başlıyor. İlerleyen zamanlarda yol arkadaşlıkları aşka dönüşecek olan bu çift, “Magic Bus” isimli otobüse 70 dolara biletlerini alıp, farklı ülkelerden 20 kişilik hippi grubuyla 1970 Eylül’ünde yola çıkıyorlar.
Amsterdam’dan başlayıp, Nepal’i hedefleyen yolculukta Almanya, Avusturya, Yugoslavya ve Bulgaristan’dan geçilerek, İstanbul’a ulaşılıyor. Romanın büyük bir bölümünde İstanbul’dan büyük övgülerle bahsediliyor. Söz edilen mekanlar arasında Sultanahmet Camii, Ayasofya, Arkeoloji müzesi, Topkapı Sarayı ve Yerebatan Sarnıcı bulunuyor. Türk kahvesini, mezelerini ve Türk yemeklerini de anlata anlata bitiremiyor Coelho.
Bundan sonra, yolun sonu değil, kendisi önemli oluyor Coelho için. İstanbul onu o kadar değiştiriyor ki… İndikten sonra kendine hemen bir Mevlevî dergahı aramaya başlıyor. Amacı mevlevîler gibi dönerek dans etmeyi öğrenmektir önce. Onun ne aradığını anlayan birisi, onu kolundan tuttuğu gibi bir dergâha götürüyor. Coelho bu dergâhta tanıştığı Fransız yaşlı bir adamın anlattıklarından o kadar çok etkileniyor ki, buradan bir türlü kopmak istemiyor.
Bundan sonra Coelho, İstanbul’da kalıp önündeki açılan yolu izliyor. Daha sonra sufîlikten de vazgeçer, ama öğrendiklerini kitaplarında yazmak için yanında götürür.
Paulo’nun, İstanbul’da bir dergâhta yaşadığı sufîlik deneyimleri onun edebiyatını derinden etkiler ve tasavvuf öğretileri çok okunan bir yazar olarak tüm dünyada tanınmasında önemli bir rol oynar.
Sonuç olarak Hippi, barışçıl bir neslin arayış ve dönüşümünü anlatan, “yol”dan çok “ol” diyenlerin büyülü bir gerçeklik öyküsü olarak karşımıza çıkıveriyor.
Paulo Coelho, Can Yayınevi, 2018 Haziran