İlk şiiri Akatalpa dergisinde yayımlanan, “ Aynadaki Çürüme “ kitabıyla Arkadaş Z.Özger Şiir Ödülü’ne (2017) değer görülen şair Narin Yükler 1988’de Viranşehir’de doğar. 2014 yılında ise politik sebeplerden ötürü Türkiye’den ayrılır.
Göç, yitik bir bellek, kadının adı ve cumartesi anneleri izlekleri kitapta bir bütünlük oluşturur. Kadınların bu coğrafya üzerinde yaşadıkları zulmü, acıyı, erkeklerin kadınlara dayattıkları meseleleri ve dönüp dolaşıp kısır döngü haline gelmiş sorunları, döngüden çıkan kadınları okuyacağınız kitap Yükler’in ilk şiir kitabıdır. İlk göz ağrısıdır başka bir deyimle. Nasıl bir ağrıdır. Kadının olduğu yerde dinmeyen bin bir çeşit sancının tam da ortasına kalbine, kimi zaman tenine, bazen de acısına/evlat acısına dokunur. Bir bam teli olur ya hikâyelerin Narin Yükler de şiirin o büyüsüne, bakmak ile görmek arasındaki farkı anlamaya götürüyor bizleri. Zemin ıslak, kadınlar biçare. Yolun sonunda umudu elden bırakmayan işte kadınlar/ımız diyebilmektir aslolan.
Kitabın girişinde toprağın kokusu gelir burnumuza Çukurova’dan. Yaşar Kemal’in ‘ demir olsaydım çürürdüm/ toprak oldum da dayandım’ dizeleriyle başlayan kitap “çürüme”, “ayna”, “perde” ve “ hafıza” olmak üzere dört bölüme ayrılır.
“ Çürüme “ bölümünün ilk şiirinde şair, insanın ölüsünü ve dirisini göstermek için topraktan başlıyor. Çünkü toprak bu coğrafyada aslında ne çok şeyi içine çekiyor. Çürümüş bedenleri/ruhları, mezarlığı ziyaret eden ölü ruhlu insanları, ölüp ölüp tekrar dirilenleri, faili meçhul cinayetleri, kemiklerini arayan anneleri, evlatlarının mezarlarına ve topraklarına hasret kalan cumartesi annelerine kadar uzanıyor bizim toprakla olan meselemiz.
“ çürümüş yanlarına bakan toprak/ ne kadar yakındır mezarına/ üzerinde ölü ve diriyi aynı anda taşımaktan. “
Geçmişe dönerek geç kalınan çocukluğa sorular sorar. Sürgünü, gidilen yolları, ev (dam) ve eşikleri bir gidişin izlerini gösteren imgelerdir. Evin kapısı gidebilenler içindir, geri dönemeyenler içinse bir sürgüne çıkıştır. Çürümeye yüz tutan kapıdan, görünmeyen, yolun sonundan başladığını ifadeye etmeye çalışan şair, bir evin eşiğinde kalanları ve gidebilenler için çizilen yolu gösteriyor.
“ susardım eşik gidebilenler içindir/çakıldığı yerden kalkamayanların gövdesinde yol/ sürgün için hep dönüş biletidir.
. . .
“ bir defasında silinmemişti buharı resmin/ öptüm camdaki evi düşe dua diye/ yutkundum, gerçek dokunabilen içindir./ ev gidebilen…
“ Ayna “ bölümünde şair, kadınların eve hapsedilen, başkaları tarafından ezilen, hor görülen yanlarını gösterip kadını ve kadının adının var olduğunu öne çıkararak önemli bir noktaya dokunur.
Eve hapsedilen kadın evindeki aynasıyla arkadaşlık kurar, çünkü kendisine ait bir sosyal alanı olmayan kadın yine kendisini görür ve dış dünyadan soyutlanmıştır. Ayna bir mecaz olarak çıkar karşımıza. Dönüp dönüp aynada kendine bakan kadınlar diğer yüzlerine yabancı olmazlar, tanık olurlar bu hallerine. “ ömrümde annemin yük yeri saklı/ yalınayak geçiyorum döşeklerden.”
Ayna bir nevi geçmişi de gösterir. Kendimizi ilk bulacağımız yegâne yer orasıdır: ana kucağıdır. Herkesin geçmişinde düştüğü ve çıkamadığı bir kuyuyu işaret eder. Kuyudan bize yansıyan süret artık bizim aynamız olmuştur. “ seslenmenin üç harfi düştü aynaya/ çürüdü kuyuya atılan aksi. “
Memleketlerine bir gün döndüklerinde kuyuda yüzünün tam tersini görürler. Yıllar sonra dönüp baktığında hüzünlendiği yerdir, evidir. Kadının evidir artık. “çizgilerimin arasından yükselen merdiven/ hatıranın rüzgârıyla çatırdıyor./ hafıza dediğin ağır taşların dilinden/ yüzümdeki duvar yazılarıyla kazınıyor.”
“yük yerine dizili yastık sayısınca ömür düşer aynaya aynadan düşen çizgi yerleşir gözaltına” … “hangi şair içmez kendini bardakta?” Ayna bölümü erkek zihniyetin toplumsal ve sosyo psikolojik anlamda kadına sunduğunun bir emaresidir aslında.
“ Perde “ bölümünde şair, kadının gözüyle erkek zihniyetin nasıl kendini hapsettiğini, kadının tarihte de şimdi de dışlandığını vurguluyor. Perdenin gerisinden bakarak topluma hâkimiyeti salınmış, kadının varlığını yok saymaya çalışanlara karşı esaslı bir duruş gösteriyor. Erk bir toplumsal yapıdan dışarı sızanları/ sızamayanları şiir dizelerine aktarıyor şair. Kadın – erkek arasındaki iletişimi, sorunları sorguluyor adeta. Bunu ayıplanacak bir kavram gibi gösterilen “ erotizm” e dokunarak yapıyor.
“ denenmemiş gerçeklerin/ soyunup hakikatin giyinmekle ilişkisiz olduğunun sırrına er(iy)erek. “
“ Hafıza ” bölümünde şair, yaşanmış olan olayların üzerindeki etkisini anımsayarak geçmişine döner. “ tanrısal oyun “ bölümün ilk şiiridir. Kadının erkeğine ait olduğunu, cinsel yaşamı baştan ayağa sadece erkeklerin rol üstlendiğini bize gösterir. Erkek için kadın bir tanrıyı, kadınının sahibini, biat edecek beden olduğunu ve kadınların üzerindeki baskıyı bu bağlamda temel alır.
“ diş izinden sarkan bir tanrı kayıyor/ zaptedip boşaldığı tende. ”
Evin ne olduğunu, yitik bir hafızaya sahip olan toplumun belleğini tutan kadınları, Cumartesi annelerini “ tanımlama “ şiiriyle selamlıyor.
“ evi, gidemediğimiz zamanlarda tanımladık/ Cumartesi’yi kayıp kemikle/ darağacını üçle! “
Narin Yükler’in “ Aynadaki Çürüme ” kitabı savaşa, göçe, yalnızlığa, kadına ve coğrafyamızın yitik belleğine dokunan şiirlerinden bir araya geliyor. Hafızayı yeniden taze tutmak için aynadan yansıyanlara bakacağınız şiir kitabı için kitaplığınızda yer açın.
KÜNYE
Narin Yükler
Aynadaki Çürüme
Mayıs Yayınevi, 2017