Şimdilerde, değişen siyasi yapı, din anlayışı, teknoloji, bilim ve sanatla birlikte; modern yaşamın birçok yerinde oluşan radikal değişikliklerin beraberinde getirdiği toplumsal değişim sürecinin içerisinde olduğumuz yadsınamaz bir gerçektir. Sanatın ve bir birey olarak sanatçının varlığına dair önem arz eden değerlerin tehdit altında olmasının benzer örneklerine aynı coğrafyada olduğumuz diğer toplumlarda da rastlanabilmektedir. Bütün bu ahval ve şeraitler göz önünde bulundurulduğunda, günümüz şiiri nasıl özgür kalabilir/kalmalıdır?
Özgürlük tuhaf bir kavram. Şiirin özgürlüğü şairle başlıyor, onu yazanıyla. Şair kendini özgür hissediyor mu, şair kendi özgürlüğünü nasıl tanımlıyor, bu sorulara eğilmeden şiirin özgürlüğünü sorgulamak hatalı olabilir. Çünkü belirttiğiniz anlayış türlerinden biri ile yönetiliyoruz diyebilirim. Ülkemizin yönetim şekli örneği mesela, dini anlayış biçimine göre şekil alıyor. Bu da muhafazakâr bir şair için çok özgür bir saha oluşturuyor diyebiliriz. Sol veya muhalif bir taraftaysanız ya da dini ritüellere karşı ses çıkartmak isteyen bir kaleminiz varsa, oldukça sınırlı bir şiir diliniz olacaktır ki baskıcı rejim sizi gözaltına almakla, cezaevlerine atmakla tehdit etmesin. Bu basit bir örnek, elbette böyle bir rejimdeyiz diye susmayan, yazdıklarına sınır koymayan vardır, var olacaktır, tarih boyunca böyle olmuştur.
Şiir nasıl özgür kalır, şiir olarak kabul görürse özgür kalır bence. Şiir olmayan ama şiirmiş gibi karşılanan metinler bizzat bazı şairler tarafından pohpohlanarak, baş tacı yapılarak, kötücül bir hal almaktadır zaten. Herhangi bir siyasi rejimin, herhangi bir tarihi olayın, teknolojinin, bilimin, etkisinde kalmadan da şiire kötü davranılıyor yani. Bir kere şairliğiniz kabul görecek, o kabul görünce her söylediğiniz şiir oluyor nasılsa. İşte bu sınanmadan görülen kabul, şiiri kısıtlıyor. Çünkü sizin yazdıklarınız siyasi rejimin istediği gibi, teknolojinin geldiği nokta gibi vesaire bir yana Onun şiiri gibi değil. Şiir yazıcıları şiiri kurtarabilirler, şiir sevicileri de şairleri.
Özgür basımevleri, özgür dergiler, özgür platformlar sağlanırsa özgür ürünler çıkacaktır. Bu saydıklarımdan ilk ikisi gerçekten maddi yükümlülükleri ağır olan işler. Fakat internetin varlığı ile özgür ve özgün platformlar var olmaya, çoğalmaya başladı. Bundan dolayı birçok sosyal medyada şiirler görüyoruz, şiirler, yazılar paylaşıyoruz, okuyoruz. Çünkü orada size kimse ben bunu yayınlamam demiyor, bu para etmez demiyor, bu benim görüşüme yanlış demiyor. Bu platformda yayınlamak da yayınlamamakta sizin kendi ellerinizde. Bu belki de sonraki zamanlarda doğru kullanıldığında başka bir silaha dönüşüp şiiri en özgür hale getirecek bir sahayı oluşturacaktır.
Şiir hiç bitmeyecek. Onu durdurmak isteyenler ve benden sonra şiir bitti diyenler de bitmeyecektir. Şiir harflerden oluşan bir özgürlük hareketidir. Olduğu her zamanı güzelleştirir, şiir bir bakış açısıdır. Onu karanlık çağlarda ışık, dört duvar arasında bir pencere, taş betonlar arasında çiçek, çiçekte arı, arı da bal olarak gördük.
Sonrasını kendisi belirleyen harfler bütünüdür şiir.
Öncelikle özgürlük kavramı hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Böylece sorunun bir kısmına yanıt vermiş olurum. Özgürlük kavramı hayal ürünüdür ve hayal ürünü olmaktan da kurtulamayacaktır. Tabii burada ‘hiç mi özgür değiliz?’ sorusu zihnimde yeşeriyor. Yeşerir yeşermez şunu ekliyorum; belki, bazen, bir yerlerde, bazı anlar… Bilinen en eski çağdan bugüne bir çizgi çizelim ve yürüyelim o çizgi üzerinde. Duyacağız her adımda ‘Özgürlük istiyorum’ diyen nefesleri. Günümüzün değişen/değişmekte olan toplumsal, siyasal, dinsel değerlerine bakacak olursak, özgürlük aslında bireyin diğer bireylerden gizlenerek/gizleyerek ortaya koyduğu davranışlar bütünü olduğunu görebiliriz. Ve öyledir de. Özgürlük, perdelerimizi çekip, kapılarımızı kapatarak ortaya koyduğumuz davranışlar bütünüdür.
WendellBerry, bir şiirinde şöyle diyor; Bulut özgürdür anca, rüzgarla gitmeye/ Yağmur özgürdür anca, yere düşmeye/ Su özgürdür anca, bir araya toplanmaya…”
Şairinin (doğuranının ) özgür olmadığı bir şiirin özgür olmasını düşünmek, varsaymak, dilemek ve bu yönde söylemlerde bulunmak ne denli mantıklı olur, tartışılır. Sözlü edebiyat dönemine uzanalım. O günün söylenenlerine bakacak olursak (şiir, büyük oranda sözdü) isteyen herkes hoşuna gitmeyen bir olayı dile getirebiliyordu. Çünkü Anonim bir şiirden dolayı o dönem iktidarı tutup da bütün toplumu sürmez, hapse atmaz, ağır cezalara tabi tutmazdı. Dilinin keskinliğinden ötürü öldürülen/sürülen kişiler yok değil. Elbette her dönem birileri dilinden dolayı cezalandırılmıştır. Fakat özgürlük ve şiirin özgürlüğü iki farklı kavram olduğu için bunları ayırmak gerekiyor. Özgür olmak/oldurmak için şiirler yazıldı, yazılıyor, yazılacak ve hiçbir egemen güç bunun önüne geçemeyecektir. Anlaşıldığı üzere şiir özgür(daha iyi bir yaşam) olmak için yazılıyor. Bu durumda şiir özgürlüğe giden yolda bir araçtır. Şiirin özgürlüğüne dair ise şunlar söylenebilir; şiir, şairin zihninde/dilinde kaldığı müddetçe özgür kalabilir, belki. Daha da farklılaştırırsak, şiirin özgürlüğünü/özgür olunabilirliğini ancak başka bir şiirle kıyaslama yoluyla ortaya koyabiliriz. Bu da diğer şiirlerden özgün olma özgürlüğü olur. Şiir, diğer şiirlerden özgür olabilir. Ne günümüzde ne yakın geçmişte ne de daha eski dönemlerde şiirin özgürlüğünden (yüzde hesaplamasına girmeden/genel anlamda) bahsedemeyiz.
Son olarak belirtmek isterim ki; biz bağlıyız; ağaca/ağacın meyvesine, gökyüzüne/ gökyüzünün yaşına, toprağa/toprağın üretmesine, havaya/havanın serinliğine-sıcaklığına, suya/suyun akışına, dünyaya/dünyanın dönmesine, fakat biz bağlı değiliz iktidara/iktidarın eteğine.
Sanat tarihine eğildiğimiz zaman bu bahsettiğiniz değerlerin tehdit altında olma durumu ve sanatçının ortaya koyduğu eserin ya da bizzat kendisinin özgürlüğüne dair geniş bir perde açılacaktır diye düşünüyorum. Avrupa’nın ve bizim memleketin veya benzer coğrafyaların baskı dönemlerinde verimini arttırmıştır sanatçı. Bu artan verim bereketli olmasının yanında devrimci bir muhteva da taşır aynı zamanda.
Dünya tarihi, katliamların, faşist diktatörlerin, dinsel baskıların ve önüne geçilmesi mümkün olmayan toplumsal yozlaşmaların örnekleri ile dolu. Bu kötü dönemlerde ve hali hazırda bizim de içinde olduğumuz çürüme sürecinde, sanat bir gedik açmayı başaran nadir alanlardan biri oldu. Hapishane şartlarında yazılan şiirler, ölüm listelerine giren şairler, idam ile karşı karşıya kalanlar sanatlarını öteye itmemiş ve daha büyük atılımlarla devam etmiş. Bu ülkede Sait Faik Abasıyanık’ın, karakterine eski bir asker paltosu giydirdi diye kitapları toplatıldı. Nâzım Hikmet memleketin hapishanelerinde yaşlandı. Sabahattin Ali cinayete kurban gitti. Tüm bunlara rağmen üretmeye devam edip doğru bilgilerinden şaşmayan sanatçılar yetişti memlekette. Bu elbette günümüz şartlarında pek rastlanır bir hadise değil ne yazık ki. Sanat ve sanatçı kavramı artık ele ayağa düştü diyebiliriz. Benim bildiğim sanatçı siyaset kurumunun üstündedir. Siyasi partilerin, dini gurupların, etnik yapıların, burjuva ahlakının ve çağın ötesindedir. Ancak bugün sanatçı, özelde de şair; siyaseti aşmayı becerebilir donanıma sahip değil. Büyük çürümenin, yozlaşmanın içinde kendi öz benliğini yitirmiş, haliyle sanatçı olmanın en önemli unsuru olan aydın olma vasfını kaybetmiş. Örgütlenme kültürünü yanlış anlayıp parti sanatçısı olmuş, ezilenden yana tavır göstermeyi mezhepçilik ya da etnik milliyetçilikle karıştırmış bir yığın sanatçı gölgesi.
En temel sorunlarda bile ortaklık kuramayan insanlarız biz. Bu gündem dışı meselelerde de böyle. Şimdi şurada çağdaş şairlerimiz diye alt alta isim yazsak buradan köye yol olur. Öte yandan ne kimse kimseyi okuyor ne de tanıyor.
Günümüz şairini özgürlüğünden alıkoyan kendisinden başkası değil. Bugünün sorununu şiirine taşımaktan korkan, zulmedene çakıl taşı atmaktan bile çekinen bu şair profili kendi kendine türedi demek doğru olmaz. Bunun mutlaka sosyolojik, psikolojik ve tarihsel birçok sebebi var. Söz gelimi örnek aldığı şair 12 Eylül darbesinde başı dik durmak yerine kabuğuna çekilen tiplerden oluşan birinden ne beklenebilir? Abisi ya da ablası Kenan Evren’i taşlayan şiir yazmış mı da kendisi şimdiki başkana yazsın. Buyursunlar kalem de orada kağıt da. Özgürlük şimdilik onların elinde. Yazsınlar. Elbette bu biri üzerine şiir yazma meselesini bir örnek teşkil etmesi için söylüyorum. Mesele sadece güncel siyaset de değil. Kadın haklarından hayvan haklarına, çocuk cinayetlerinden homofobiye çok geniş bir yelpaze var sanatın, özelde de şiirin içene girebilecek.
Yasal izin alınmış eylemlerde pankart tutmayı muhalif sanatçı olmak sanan, şiirinde tek bir mazlum için dize göremediğiniz şairlerin “ama biz özgür değiliz!” deme lüksü yok diye düşünüyorum. Eğer birbirlerinin dedikodusunu yapmaktan, o erkek şair o kadın şairin üzerine yürüdü diye iftira atmaktan zaman bulurlarsa gerçek sanatın ve özgürlüğün peşine düşebilirler belki.
Bu bağlamda bakıldığında özgürlük biraz insanın içinde olan bir kavram. Kimse bir sanatçıyı düşünmekten, hissetmekten ve bunları sanatıyla ifade etmesinden alıkoyamaz.
Şikayet edip dövünmek bizde çocukluk hastalığı gibidir maalesef. Bu dövünen insanlara hadi gel, elini taşın altına koy dediğinde ortalıktan toz olurlar. Bunu bizzat tecrübe etmiş bir şair olarak söylüyorum. Korku, gelecek kaygısı, menfaat gibi etkenler bu insanların özgürlüklerini kendi kendilerine teslim etmelerini sağlıyor.
Sorunuzda sanatın ve sanatçının varlığına dair önem arz eden değerlerin tehdit altında olduğunu dile getirmişsiniz. Bana kalırsa asıl tehlike sanatçının yokluğu. Toplumun önünde siyasetçiler yürüyor. Tüm baskıları göze alarak hepsinin önünde yürüyen birileri olmalıydı ancak bunu göremiyoruz.
Günümüz şairi, istisnalar hariç özgür kalmak için çaba sarf etmek zorunda. Kendi etlerinden ördükleri prangadan şimdilik memnun olabilirler ancak günü gelir o etten pranga da sıkar.
Günümüz şiirine gelince; onu özgürlüğünden edebilecek tek bir güç yok. Yirmili yaşlarının başında olan şair gidip Kenan Evren’in yaptıklarına dair şiir yazar da bugünün diktatörüne dair tek bir dize yazmazsa şiir özgürlüğünden bir şey kaybetmez. Şair kaybeder. Birileri çıkıp bu sefil iktidara ve yaptıkları rezilliklere dair şiirler yazıyor. Çocuk ve kadın cinayetleri ile ilgili yazıyor. Şiir o anlamda özgürdür. Sanırım şiir yazanların kendileri iyi birer şiir okuru olmadıklarından bu yönde yazılan şiirleri görmüyorlar.
Teşekkür ederim bu güzel soru için.
Şiir zaten özgürdür. Belki şair özgür değildir, zihinler özgür değildir. Hangi kelimeleri kullanacağını biliyorsan ve söylemekten çekinmiyorsan şiirin mutlaka özgürdür. Şairler nasıl özgür kalmalıdır diye sormalıyız belki de soruyu. Çünkü şiirde özgürlük mevzusunu tartışacaksak, acınası bir durumdayız demektir. ‘Özgürleşmek için şiir’ diye düşünmemiz gerekir ki, özgürlüğün gerçekten de şiire çok ihtiyacı vardır. Şair, söylemek istedikleri için çoğu zaman anlaşılması güç imgelere başvurursa, bana kalırsa özgürlüğünü yitirmiş olur. İmge önemli bir husus, buranın konusu değil. Söylemek istediğim, bazı mevzular cesurca ve doğrudan söylenmek zorundadır, bazı mevzular için otosansür mekanizmasından yararlanmak, artık zoraki bir çaba olur. Çünkü evet, bir devir gelmiştir, toplumsal yaşam her yönüyle kısıtlanmıştır, sanatçı bastırılmaya çalışılıyordur vs. Bu ülke hep bu durumların içindeydi zaten. Can Yücel, Nazım Hikmet, Ahmet Arif ve daha birçok isim, söylemek istediklerini cesurca söylediler. Zihinleri özgürdü, korkmuyorlardı. Günümüz şiiri değil, günümüz şairi nasıl özgür kalmalıdır? Zira şairin zihni özgürleşirse o zaman şiiri özgürce yazmayı başarabilir.
Lacan’ın “dinleyin, size bir sır vereceğim. Ben hakikat, konuşurum” yorumunu buraya alalım ve diyelim ki aslında konuşan öznenin söylediği şeyler hakikat değil, hakikatin kendisi konuşuyor. Zizek’in yorumuyla burada hakikat “bir bedensiz organa” dönüşür. Tüm bunları şair-şiir-cesaret-özgürlük mefhumlarını düşünerek yorumlarsak -şiir bir “bedensiz organa” dönüşürse- Şair özne olarak aradan çekilir de şiirin konuşmasına izin verirse, zaten özgür olan şiir, zihinleri de özgürleştirebilir.
Şiir ancak şairi kadar, sanat ancak sanatçısı kadar özgür kalabilir. Öyleyse önemli olan şairin/sanatçının özgürlükten ne beklediği… Çünkü bu da toplumsal ‘kod’lardan. İnsan ne kadar özgür olduğunu ya da olmadığını ancak bir başkasının yaşamını gördüğünde idrak edebilir. Dolayısıyla önce fark etmek bunun için de başka yaşamları, başka toplumları, başka coğrafyaları tanımak gerekiyor. Norm ve ‘normal’ ancak böyle dönüşüm geçirebilir ve bu ilerleme için gereklidir. Sorunuz kendi içinde hem zehiri hem panzehiri barındırıyor. Örneğin teknolojik devrim öyle bir noktaya ilerliyor ki yakın gelecekte neredeyse hiçbir konuda ‘kendi kararlarımızı’ alamayacağımızdan bahseden haberler ortaya çıktı. Çünkü kendi kararımız sandıklarımız da akıllı telefonlarımıza düşen seçmece derlemeler üzerinden olacak . Öte yandan söz konusu teknolojik devrim sayesinde mesafeler ortadan kalktı. Bugün oturduğumuz yerden dünyanın herhangi bir yerindeki müzeyi gezebiliyor, söyleşi kayıtlarını dinleyebiliyor hatta kıtalar ötesindeki bir üniversiteden kurs alabiliyoruz. Günümüz insanının kendine, topluma ve gezegene yapabileceği en büyük iyilik, farklı kültürlerden mümkün olduğunca çok haberdar olmak. Sanatçıya düşen ise toplumsal ve küresel sorunların farkında olarak sınırları zorlamak. Yaşadığımız coğrafyayı da kendimizi de şiiri de ancak böyle dönüştürebiliriz. Ne mutlu ki bu yol aynı zamanda yaşamı anlamlı ve keyifli kılan yolun ta kendisi… En azından benim için öyle.
Şiir her zaman özgürdür. Şiirin en büyük olanaklarından birisi de özgür olmasıdır. Özgür olmayan ise şairdir, sanatçıdır, yazardır. Bahsettiğiniz siyasi yapının değişmesi, teknolojinin hızlanması gibi durumlar elbette şiiri çok derinden etkilemektedir. Ancak şiirin etkilenmesinin sebebi de şairdir. Şairin bu gibi durumlara bakış açısıdır. Örneğin 15 Temmuz sonrası şiir yazan şairler de var, Suruç katliamı sonrası şiir yazan da var. Bazen bu ikisi için şiir yazan şair/şahıs aynı da olabiliyor. Bunun sebebi de elbette şahısın toplumu etkileyen büyük olaylar karşısında şiir yazma isteğidir. Size soruyorum: bu iki durum için de şiir yazılması sizce de büyük bir çelişki değil midir? Şair bu çelişkinin farkında mıdır? Öncelikle bunları düşünmek gerek.
Toplumu ilgilendiren tüm olaylar elbette şairin kalemini yontacaktır. Şair, toplumun sözcüsü olmak zorundadır. Hiçbir zaman topluma sırtını dönemez. Fildişi kulelerinde saklanamaz, saklanana da sanatçı denilemez zaten. Şair topluma sırtını dönmediği takdirde, yoksul sokakları şiirine kattığı sürece, bireysel acılarının, sevinçlerinin yönünü topluma doğru çevirdiği sürece şiir özgür kalabilir. Şiirin özgür kalabilmesi şairin elindedir.
- yüzyıl diğer yüzyıllara göre değişimin daha hızlı yaşandığı bir yüzyıl. Elbette ki bunda teknolojik gelişmelerin büyük etkisi söz konusu. Bununla birlikte; siyasi yapılarda, din anlayışında, bilimde ve sanatta yaşanan gelişmeler de göz ardı edilemez.
Bu değişikliklerin birçoğu –bizlere- olumlu olarak yansıtılsa da, kanımca, durumun tam olarak böyle olmadığını düşünüyorum. Bu upuzun bir tartışma konusu. Şahsen, bu hususta birçok olumsuzluğun da bulunduğu düşüncesindeyim.
Bulunduğumuz coğrafyada, sanatın ve sanatçının varlığına dair önem arz eden değerler tehdit altında –bu doğru. Hatta sanatın ve sanatçının varlığının bile tehdit altında olduğu söylenebilir. Bunun en temel nedeni coğrafyamızın içinden çıkamadığı kaotik durumdur. Emperyalist güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda, yaşadığımız coğrafyada istedikleri gibi top koşturma çabaları yönetim biçimlerini de olumsuz anlamda etkilemiş, radikalleştirmiştir. Neredeyse hiçbir şeyi savunmanın mümkün olmadığı, hiçbir şeyin üretilmesine izin verilmediği bir sistem türüyle karşı karşıyayız. Dinin ve paranın insanları kontrol altında tutmak için kullanıldığı, insanların vicdansızlaştırıldığı gaddar bir sistem bu. Açıkçası –ülkemizde şimdilik! üstü örtülü- faşizm.
Günümüz şiiri bundan ciddi anlamda etkilenmektedir. Geçmişte toplumsal duyarlılığı arttıran, insanları aydınlatan şiirler yazılır ve yayımlanırken, günümüz şiirinde bu şiirler yerlerini bireysel şiirlere bırakmıştır. Bu durum şairleri –bir nevi- şiirlerinin daha özgür olduğuna inandırmıştır.
Bugün için gözlemlediğimiz, şiirlerinin özgür olduğuna inanan –özellikle genç şairlerin- şan, şöhret peşinde koşmayı marifet sanmalarıdır. Bu durum şiirimize zarar vermektedir. Bundan bir an önce vazgeçilmelidir.
Günümüz şiirinin özgür kalması –özellikle genç- şairlerimizin bilgi birikimlerini günden güne geliştirmesine, kaygılarını ve korkularını yenmelerine bağlıdır. Aksi takdirde -bu gidişle- Türk Şiiri de ‘bir köşeye sinmek’ durumunda kalacaktır. Zaten şiire eskisi gibi yoğun bir ilgi olmadığı sürekli konuşulmaktadır. Kültürel emperyalizmin dayatmaları sonucu, günümüzde şair olduğunu iddia edenlerin çoğu, yazdıklarını ekonomik çıkarlarına göre, bunları gerçekleştirmek amacıyla yazmaktadır/lar. Yazdıkları şeyler edebi değer taşımasa da, yapılan reklamlara, piyasaya sürülüş biçimlerine baktığımızda, -yazdıkları şeylerin-! neredeyse yok sattığını görmekteyiz. En büyük görevlerimizden birisinin de edebiyatın piyasalaştırılmasına karşı çıkmak olduğunu unutmamalıyız. Piyasadan kastım nedir(?) bunu hepimizin bildiği kanaatindeyim.
Edebiyat! -cevabımızın konusu olduğu için şiir!- başlı başına bir üretim biçimidir.
Özgür olduğumuzun, özgür kalacağımızın en büyük ispatı ürettiklerimiz ve -bundan sonra- üreteceklerimizdir. Her zaman bunun bilincinde olmalıyız –olacağız!
Soruyla ilgili naçizane düşüncelerim bunlardır.
Sözlerimi Paul Êluard’ın dizeleriyle bitiriyorum:
‘Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum
Seni haykırmaya
Özgürlük’
Paul Êluard
*Şahsıma yönelttikleri soru için Cenk Kolçak’a / Aksi Sanat Portalı’na çok teşekkür ederim.
Bahsettiğiniz değişimi çağımızın dışına çıkıp kuş bakışı olarak değerlendirdiğimizde her çağın bir modernleşme sorunu olduğunu görürüz yani modernizm çağa göre şekil değiştirerek var oluyor. Şairlerse çağa göre değişimi ve değişmeyeni tespit noktasına hareket ediyor. Modernizmi gelişen teknoloji, sanat akımları, bilim için kullanıyorum çünkü öyle ya da böyle bir ilerleme söz konusu. Ancak özellikle belli toplumlarda sosyal-siyasal değişmeler, “gelişmeler” kavramından çok, temel hak ve özgürlükler açısından “kayıplar” kavramıyla ifade edilebilir. “Modernleşen” toplumda bunun aksi olması gerekir öyle değil mi, hormonlu, zahiri bir durum var öyleyse. Modernleşmenin içindeki unsurlar bize başka kılıflarla sunuluyor. Teknoloji takip etmek telefon markasına indirgeniyor, devletler interneti baskı-propaganda aracı olarak kullanıyor, tek düze medya kanallarının sayısı artıyor ancak haber alma özgürlüğü kısıtlanıyor. Bin yıllık yazıtlarda okuduğumuz şekliyle: “yönetenler yöneten, zenginler zengin, fakirler fakir.” Bu yazıta bakarsak insanlık olarak şekil değiştirmiş ancak ilerleyememişiz. Modernizme uyum sağlamak çağın dilini ve ruhunu yakalamak kolay, kaldı ki bizler o çağın modernizminin içinden geliyoruz. Teknolojinin belli başlı bozulmalara sebebiyet vermesi konusunu ayırarak bunu bir tehdidin aksine bir gelişim olarak algılıyorum. Bir şair teknolojiden de mimariden de bilimden de eğitimden de birazcık anlamalı, geliştirebiliyorsa geliştirmeli diye düşünüyorum. Başka bir değişimden daha bahsettiniz elbette siyasi koşullara uyum sağlamak baskı içinde sanata ses olmak kolay değil. Sözü olmak yetmiyor o sözü etkili kullanmak ve söyleyecek cesareti bulmak gerekiyor. Tehlikeli sularda yüzmeyi bilmek gerekiyor kısaca. Öncelikle her toplumun aydın tanımı farklıdır, doğru bir kişilik yapısıyla, gerçeklerden kendini koparmayarak ilerlemek zorundayız. Şair kişiliğini de öylesine örgütlemeli ki onun bireyliği karşında başka olasılıklar güçsüz kalsın. Bu sadece şiirsel yaşantımızda değil toplumsal yaşamımızda da gerçek bir sanatçı duyarlılığı gerektiriyor. Birey kurtarılmış alan olarak önce kendini oluşturmalı sonra da çevresi için -okuyan dahil- koşturmalı. Şair farklı mecralar, özgün düşünceler yaratabilir. Sanatçı ilkin kendi yaptığı işe ciddiyetle yaklaşmalı ki karşısında bir ciddiyet görebilsin. Şair, şiiri yazıp geçilen bir şey olarak değil, şiiri dünyadaki var oluş amacı olarak görmeli. Şair sanatına saldırıya maruz kaldığında es vermeden kendini savunabilsin isterdim. Biz önemli bir iş yapıyoruz, yüzyıllardır yazılan şiiri günümüzde yazıyoruz, bunun yükünü hissedebiliyor musunuz? İsyan damarımızı çatlayıp şiire ancak öyle soyunabiliriz. Maddiyat dışında hiçbir şeyin önemli olmadığı günlerde şiirin esamisi okunmaz elbette. Biz insanın içindeki o ruhsal, duygusal, insani alanı yakalayıp geliştirmeliyiz. Poetik alanda bunun telaşesi var bende. İnsan bu. İnsanı gerçekleriyle, kendine has doğasıyla tanıma fırsatını kaçırmadan insana güven duymalı iletişimin yolunu aramaktan geri durmamalıyız. Onların silahları varsa bizim dizelerimiz de aynı oranda güçlü olmalı. İnsanla iletişimi şiddet değil, derinden dizeler kurmalı. Asla az değiliz, güçsüz değiliz. Birey olanlar sürüden daha fazladırlar. Korkmayın, sadece bizim ülkemizde bizim başımıza gelmiyor ve sadece bu dönemde insanlar baskıyla uğraşmıyor. Durumu bireyselleştirmeye, acıte etmeye gerek yok, durumu analiz etmeye ve çeşitli yollar bulmaya ihtiyacımız var. Mücadele bir süreçtir. Biz buradayız ve yaşam alanımızdan taviz vermemeye çalışacağız. Sanatı ve sanatçıyı nerede konumlandırmamız gerekiyor, poetik anlayışımızı mücadele edecek şekilde nasıl konumlandırabiliriz bunun tartışması bendeki. Bunlar dışında sanat için en kötü şey önemsenmemesi ve takip edilmemesi olur. Asıl mesele bence burada başlıyor. İnsanları okumaya ikna edebilir miyiz bunu tam olarak bilmiyorum ancak öyle şiirler yazmalıyız ki okuyucu ile karşılaştığında tek şansı olan şiirimiz kendini okutsun ve okuyanı sarsın. Her şiirimizi bu bilinçle inşa edip önemsersek karşılığını alacağız.
Merhaba Cenk Kolçak,
Ülkemizde radikal siyasi rejim değişikliği ve kültürel erozyon bahsettiğiniz gibi yaşanmaktadır ama bu coğrafyada iktidara muhalif olan sanatçıların varlığı hep tehdit altındaydı. Bu durum Osmanlı’da saraya methiyeler düzen Bâki rahat bir şekilde yaşam sürerken aynı dönemde yaşayan Nef’i iktidara karşı geldiği için sürgünlerde ya da çeşitli zorluklarla yaşamıştır.Memleket hasretiyle yanıp tutuşan Nazım Hikmet,1923’de kurulan rejim sonrasında aşık olduğu toprakları terk etmek zorunda kaldı çünkü varlığı tehdit altındaydı.İktidara muhalif olan şairler bunun bedelini hep ödemiştir; Pir Sultan darağaçlarında,Nesimi kör kuyularda derisi yüzülerek,Nazım sürgünde,Ahmed Arif hapishanelerde ki tabutluklarda,İlhan Sami Çolak müebbet hapsiyle,Metin Altıok ve kalbimizin 33 yangını Madımak otelinde bu bedeli iktidara karşı geldiği için ödemiştir. İnsanın insan tarafından sömürüldüğü günden bugünlere değin bütün dönemlere bakalım, iktidara muhalefet olan herkes cezaya maruz kalmıştır en çok da şairler, belki de en büyük iktidara karşı geldiği için kutsal kitaplarda şair lanetlenmiştir…
Bugün de bu durum geçerlidir. Etliye sütlüye karışmayan şairlerimiz meyhane köşelerinde toplumsal adalet uğruna nutuk atarken bazı şairlerimiz de haksızlığa dur dediği için bugün evinden işinden uzaklaştırılmaktadır. Dergi editörü şiirini yayınlayan genç şaire”böyle yazmasan senin için daha iyi olur” diyerek korkusunu belli ederken diğer yanda bazı dergiler ulus devlet şovenizmi duygularıyla şiiri sansürleme ihtiyacı duymaktadır. Elbette şiir sansüre baskıya boyun eğmeyecektir, nasıl ki Pir Sultan darağacında son nefesinde bu dizeleri bize söylediyse “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diye, yine bazı şairlerimiz bu dizeleri her türlü iktidara karşı söyleyecektir.
Diğer soruya gelecek olursam ölümün hüküm sürdüğü bir dünyada salt genel bir özgürlükten bahsetmemiz olanaksız. En büyük değerimiz yaşam ölümle kendi kendine son verirken özgürlük bize hep kapı ardından bakmaktadır, sanat nasıl bir ihtiyaçtan baskıdan doğduysa onu yaratan sanatçı,şair de şiirini baskıdan doğurmuştur, belki de şairin en özgür kalabildiği yer yarattığı şiirin içersinde ki dünyadır.
Bu şiiri yaratacak olanlar da elbette iktidarın karşısında duran şairler olacaktır.Edip Cansever’in dizesiyle hoşçakalın,
“İNSAN SANA GÜVENİYORUM SAYGILARIMLA”