Levent Karataş: Lale Müldür size ‘Kozmik Kraliçe’ demişti Radikal’deki köşesinde. Şimdiye değin boyalarınız ve renklerinizle mutfaktaydınız. Sanatçılar arasında saygın bir adınız var. Bir ilkle şiir kitabı çıkardınız (Okunmamış Kitabın Çözülmemiş Diliyle.) Neden şiiri seçtiğinizi yakın çevreniz potansiyel olarak biliyor da; uzak okur bilmiyor…
Yüksel Aydın: Yakın Çevrem Biliyor Aslında Ben Çok Küçük Yaşlardan Beri Yazıyorum. Bunun içinde şiir, kısa öyküler, denemeler de var. Ama hayatımın bir döneminde resim öne geçtiği için ve bunlar da çok ses getirdiği için kendimi resimle ifade ettim ve etmeye devam ediyorum.
Sanatın tüm kollarının aynı ana gövdeden beslendiğine inanıyorum. Bu kişinin bulunduğu şartlara göre kollardan herhangi birine dönüşebilir. Sanatın, içinde var olduğumuz evrenin gizli yazılımı olduğuna inanıyorum. Onun için bunlar arasında herhangi bir ayrım görmüyorum. Şiirlerim çok uzun süreden beri devam ediyor, ama kitap haline getirmeyi hiç düşünmemiştim. Daha sonra, çevremin baskısıyla böyle bir kitap çıkarmaya karar verdim. Şiirlerim ile resimlerim arasında okunabilirlik açısından çok fark olduğunu düşünmüyorum. Lale Müldür ile tanışmamız uzun yıllar önceye dayanıyor. Aramızda hayata ve evrene dair, çok söyleşiler geçti. İronik bir söylemle benimle ilgili böyle bir cümle kurdu.
L.K.: Denemeleriz de var. Onlara ‘Kozmik Deneysel Denemeler’ diyebilir miyiz?
Y.A.: Ben yaşadığımız hayatın, kozmik deneysel denemeler olduğuna inanıyorum. Varlığımızı sorgulamak evrenin içinde nerede ve nasıl oluştuğumuzu anlamak, “var oluş” nedenlerinden bir tanesidir. İnsan sorgulamaya başlayınca hayatı kendisine verilmiş bir ödül gibi algılamaya başlıyor ve nefes almanın, düşünmenin, var olmanın değerini biliyor.
L.K.: ‘Sıfır tarihi insanın saflığıyla buluştuğu an başlıyor!’ Ne demek?
Y.A: Sıfır tarihi insanın bilinç okyanusundaki arayışı sırasında kendisi ile karılaştığı tarihtir. O zaman boyutlar arasındaki farkı görmeye başlarız. Yükselmeye, çevremize sevgi ve anlayışla bakma ihtiyacı hissederiz. O zaman her şeyin birbiriyle bütün olduğunu kavrarız. Doğa ile insanın, insan ile insanın hiç bir farkının olmadığını, büyük kozmosta hologramik bir evren içinde yer aldığımızı anlarız.
L.K.: ’Vitrin Vizonu’ da dedikleri bilgi akışına kirli diyorsunuz. Siz bu kirli akıştan nasıl öç alıyorsunuz?
Y.A: Resim hayatımda ekollerden ve sunulmuş bilgilerden hep uzak kaçtım. İçinde bulunduğumuz dünya zaman ve bilince göre beğenileri değişen dünyadır. Kurulmuş olan sistemler kendi beğenilerine göre algılar oluştururlar, bu yanıltıcı bir bakış açısıdır. Gerçek estetik, insanın saf algısıyla hissettiklerinde yatar. Evrensel çizgide, marketing ve satış yoktur. Sistemin yarattığı algı biçimini kirli buluyorum. Gerçek sanatın da tüm bu sunulmuş olan beğenilerin dışında olduğuna inanıyorum.
L.K: ‘Sadeleşmek varlığın kendine yönelttiği psikolojik şiddetle gerçekleşebilir ancak’ diyorsunuz. Neden?
Y.A: Bireyin sadeleşmesi ve sistemden kopması tabii ki acılı bir yoldur, onu yalnızlaştırır. Ürettiklerinin belli bir kitlesi olmaz. Bu toplum tarafından yöneltilen bir şiddettir. Olgunlaşmak için bütün bu sıkıntıları göze almak gerekiyor.
L.K: Şiir kitabı çıkardığınızı duyunca; ne gerek vardı? diye düşündüm. Neden böyle düşünmüş olabilirim?
Y.A: Bu da bir algılama biçimi, daha çok ressam olarak tanıdığınız ve şiirin ustalarını da bildiğiniz için kitabın naif kalacağını düşünmüş olabilirsin. Bu beni koruma duygundan oluşmuş bir algı olabilir.
L.K: Okunmamış Kitabının Çözülmemiş Diliyle kitabındaki Çocukluğum şiiri artık kaybolmuş bir dünyanın betimi adeta. Horoz şekeri kuşağına yetişmiş bir kuşağın temsilcisi olarak soruyorum; bize ne oldu?
Y.A: Zaman acımasız bir değişimdir. Zamanın üzerimizden akarken bize bıraktığı izler ve imgeler çok önemlidir. Bunları betimleyerek kuşaktan kuşağa kod sistemlerini oluşturabiliriz. Aktarmak sanatçının asli görevidir, biz hem geçmişi hem de geleceği betimleyebiliriz. Dolayısıyla hayatı horoz şekeri yapmak, her dönemde yaşatmak, geleceğe aktarmak bize düşüyor.
L.K: Raylar şiirinde “Kayıtlanmış belleğime’ diyorsunuz. Tren duygusu, tren belleği okura yine kaybedilmiş bir dünyanın imgeleriyle sesleniyor. İmgelerimizi küreselleşme ideolojileri de mi yok ediyor?
Y.A: Tren imgesi bir çok insanın belleğinde kayıtlıdır. Ayrılıkları, kavuşmaları, göç duygusunu ve gitmek istemini betimler. İnsanın kendi dünyasından kopması içindeki yolculuk gibidir. Bu şiirde benim hayatımda büyük önemi olan Haydarpaşa Tren Garı’na önem verilmiştir. İstanbul la ve martılarla ilk kucaklaştığım yerdir. İnsan belleği belirli kod sistemlerinden meydana geldiğinden bahsetmiştim. Kod sistemlerinin oluşturduğu bu imgeler dünyasında, küreselleşmeyle beraber silinmeler meydana geliyor ve onun yerine koyacağımız yeni yaşanmışlıklar olmadığı için kayıp duygusu ile karşılaşıyoruz. Hızlı gelişen teknoloji ve küreselleşme, insanı robotik bir varlığa dönüştürme yolunda hızla ilerliyor. Duygularımız siliniyor ve duyarlılıklarımız kayboluyor, kanıksamaya başlıyoruz hiçlik duygusunu…
L.K: Teması parçalanmış uzay duyguları olan bir kitap Okunmamış Kitabın Çözülmemiş Diliyle kitabı.Yeryüzünü de unutmamış ama kalbiniz. Devrimin, devrimcilerin ardından yazılmış şiirler de var.
Y.A: Kozmos ile Yeryüzü birbirinden ayrılmaz birer parçadır. Kozmosun mükemmelliğini insan yaşadığı dünyaya indirgemek istiyor. Özgür bir yeryüzü istiyor, bağımsız hayatlar istiyor, paylaşım istiyor, eşitlik istiyor, sevgi istiyor, ayrımcılık istemiyor. Barış içinde bir dünya istiyor, zulüm ve işkence istemiyor, savaş istemiyor, sınırların kalkmasını istiyor. Bilim ve sanat dünyada özgürce bütün insanlara açık bir kapı olmalı. İşte o yüzden ; bütün bu istekleri yüreğinde hisseden ve bu uğurda mücadele ederek hayatını kaybeden devrimcilere selam olsun…
L.K: Varoluşu sorgulayan kozmik içgüdümle yazdım. Dolayısıyla biçim önem kazanmadı şiirimde de demişsiniz…
Y.A: Ben zaten hayatı ve resimlerimde de bu var, kural dışı bir insanım. İçimde geldiği gibi doğal, bir saflıkla yazıyorum ve çiziyorum. Şekil üzerine ve betimlenmiş ekoller üzerine kaybedecek vaktim yoktur.