Şu an on sekiz yaşında olsaydım, on sekiz yaşında yaptıklarımı harfiyen şu bulunduğum yaşımdaki tecrübem ve hayata bakış açımla yapmak isterdim…
Kronometreyi hiç beklemeden çalıştırır, yaşam aracını 1 Ocak’tan 31 Aralık’a hızla sürerdim…
Bu sarmalın, bu sarmaşıklığın, bu kırılganlığın içerisinde neler olurdu peki…
Bir çınara sırtımı vermeden önce sırtını sıvazlardım, bir taflanı dalından koparmadan önce buğusunu silerdim…
Sonbaharda dalından düşmesin için bir yaprağı uzun uzun okşardım…
Yarım kalmış şiiri hiç tamamlamazdım. Yaralarımı iyileştirmeden olduğu gibi bırakırdım…
Paranın hep yazı gelmesini isterdim, sonra da şiir. Yani yazı şiir oyunu oynardım. Paradan turayı atardım…
Bu enerjiyle ve bu yalnızlıkla dünyayı kaç kez baştan sona turlardım…
Uzun bir maraton şiiri koşardım. Soluk soluğa, deli gibi solgun güllerin kırmızına kan pompalardım…
Yatağına akmadığım nehir bırakmazdım. Kuru olan ne varsa hepsine gözyaşlarımı sürerdim…
Bir kayının altına oturur, uzun uzun ağlardım. Bir kayın benim gölgemde uzun uzun ağlardı. Ağlaşırdık…
Uzun uzun susardım yine. İnsanların ne konuşmadığını anlamak için…
Elimde bir kerpeten bulduğu her yere çakılmış çivileri sökerdim birer birer…
Elimde bir pergel açardım kollarını umuda yeniden…
İnsanların geceleri sevişmekten değil de savaşmaktan kanlanan gözlerine şiir dökerdim, yeşillik ekerdim…
Sonra bahçe bahçe insanların yalnızlıklarını gezerdim…
Gurme olur, hayatın tüm imgelerini belleğime süzerdim…
Şarap şarap kendimi bir kadının içine ezerdim…
Genç bir kızın bal bakışlarından, kendime usul usul yeni heyecanlar süzerdim…
Şöyle dökülen saçlarımın köküne yeni teller değil de aşk ekerdim…
Kendimi kıyasıya bölerdim. Kendimi kıyasıya beklerdim…
Boş boş, hiçbir şey yapmadan zamanı güzelce bir eskitirdim, köreltirdim…
Günlerce, saatlerce, hiç aralıksız yazardım ve çizerdim yalnızlığımı; olabildiğine, alabildiğine…
Şimdi on sekiz yaşında olsam mı, hayatın birçok şeyini keşfetmiş bir insan olarak yeni bir nisan kalırdım kendime, yepyeni bir isyan…