Röportaj: KADİR İNCESU kincesu@gmail.com
Tiyatroyla başlar, şiir uç verir sonra… Ve sinema… Nihat Ziyalan sinema tarihimize de yazdırdı adını, kötü adam rolleriyle sevdirdi kendisini. 2000’den sonra roman, öykü, şiir ve gençlik kitaplarıyla daha da bir kazındı belleklere
Uzun yıllardır Avustralya’da yaşayan Nihat Ziyalan’ın yeni şiir kitabı ‘Eve Götür Beni Nehir’ Ve Yayınevi etiketiyle çıktı. Ziyalan’ın yeni şiir kitabıyla birlikte edinebildiğim Kısa Pantolonlu Sevda, Üstüme Gelme Ayçelen, Güneşle Damgalı, Menekşeli Konak, Severim Pazartesileri, Attım Kapağı Yurtdışında, Çapkın Çiçekli, Sevgili Şiir ve Asık Yüzlü Biri adlı kitaplarını da okudum.
Ziyalan, “Delik ceplerde tutamak arayan yoksulluk” gibidir diye anlatır Adana’da geçen çocukluğu ve gençliğini. Bu yıllarda tanışır hayatına yön verecek arkadaşlarıyla. 80’li yıllarda zor bir kararın ardından yerleştiği Avustralya’da “Melbourne göğünün altından” eğilerek geçen bir dev o… Oynadığı filmleri, şiirleri, öyküleri, romanları geçmişten geleceğe ışık tutuyor. Amado’nun “Çocukluğum anayurdumdur” sözü sanki yol göstericisi gibidir. Yazdığı her sözcükte çocukluğunun da hakkı vardır. Ziyalan “Olmadık yerde çiçek açıyorum” dese de onu ayakta tutan, can veren renklendiren, güldüren, sıla hasretine dayanmasını sağlayan şiirleri, öyküleri, yazdıklarıdır.
Ziyalan, Blacktown’da “Anılarla ısınmaya çalışırken” dostlarını, sevdiklerini, mahallesini düşünür. İlle de çocukluğunu… Doğru, geçmişi hatırlar hep, özler de. Ama bu durum üzüntü değil, umut saçar yüreğine… Yüzü gibidir yazdıkları da, ışıldar.
“Kim ayrı düşmüş de/durmuştur yaşamı” diyen şairimiz yaşama gücünü yazıda bulmuştur. “Kalemin ucunda bekleşen sözcükler” hiç rahat bırakmamıştır Ziyalan’ı. Memleketinden uzaklarda “yarım kalmış kahkahalar” atmış olsa da, kahkahasını sevdikleriyle tamamlamıştır. Yalnızca “Şiirimle/yaşlanmayı gençleştiriyorum” dizeleri bile şiirin yaşamındaki önemini, yerini gösteriyor. “Yapacak çok işim var”, “Şunun şurasında /Bahara ne kaldı” diyen Nihat Ziyalan ile şiiri ve yaşamı üzerine söyleştik.
»Şiir, yaşamınıza nasıl girdi?
Dumlupınar Denizaltısı battığında çok duygulanmış ve duygumu dillendiren bir şiir yazmıştım Atatürk Parkı’nda. Yerel gazete Bugün her hafta sanat sayfası hazırlıyordu. Editörü Çoban Yurtçu’ya götürüp verdim. Basıldı. Nasıl bir şiir olduğunu hatırlamıyorum. Belki arşivde bulunur. Onyedisindeydim galiba veya daha genç. Birkaç yıldır kitap okuyor, şiir karalamaları yapıyordum. Parkta bütün gün çalışarak Dumlupınar şiirimi bitirmiştim. Ondan sonra bırakmadım yazmayı. Dergilerin çoğunu izliyordum. Kısa bir süre sonra Yeni Ufuklar’a, Vedat Günyol’a yolladım. Orada da basılmaya başladı. Hiçbir şairin etkisi olmadı şiirlerimde.
»“Anlaşılmaz” şiir dediğiniz kalmış aklımda. Şiirin sizin için anlamı nedir?
Anlamsız veya anlaşılmaz şiir olmasın diyemem. Şiir anlayışım, her okuyanın zihninde bir hikâye uyduracağı şiirdir. İkinci Yeni’nin içinden geçmiş, kapalı şiirler de yazmış bir şairim. Şalgam kültürüyle beslenmiş altyapım sonunda yalınlığı seçti. Kesinlikle basit değil. Kesinlikle anlatımcı değil. Anlamı deşen, duygu ürpermemi sözcüklerle bilinçlendirip, okuyanın zihnine çaktırmadan müdahale edebilen bir edebiyat. Diyalektiğe inanıyorum. Diyalektiğin kendi içinde devinmesi, devinirken çelişkilerle boğuşup, yenilenmesi. Ama durmadan yenilenmesi bana çok çekici geliyor. Bir şair okuyucusunu genişletmek zorunda, sırf seçkinler için yazmayı suç görüyorum.
»Yılmaz Güney ve Özdemir İnce yaşamınızın en belirgin ve özel isimleri. Onlarla nasıl tanıştınız, dostluğunuz nasıl gelişti?
Şiirde İkinci Yeni akım başladığında Mersin’den Özdemir’in sesi yükselip bana ulaştı. Lisedeydi. Kendisini görmeye gittiğimde Halk Şiiri üstüne kitapları çıkan Cahit Öztelli’yle, Fransa’da uzun yıllar yaşamış ressam Haşmet Akal’la tanıştım. Özdemir’in öğretmenleriydi. Aralarında yaş farkı olduğu halde sıkı arkadaştılar. Bana da öyle davrandılar. Özdemir’in kolunun altında Rimbaud’nun, Sartre’ın Fransızca kitapları eksik olmazdı. O kitaplara yakışacak bir de piposu. O da, ben de kendi şiirimizi yazıyorduk. Diğer şairlerden değişik olduğumuz için bizi İkinci Yeni’ye almadılar. Bizim şiirimiz o zaman da özgündü. Kendimizindi. İkinci Yeni’nin ortak diliyle yazmıyorduk. İkinci Yeni’yi özümseyerek kendi şiirimizi sürdürmeye devam ettik. Özdemir İnce’nin Ve Yayınevi’nden çıkan Opera Kahkahası’nı bir kutsal kitap gibi her gün okuyorum. Özdemir sırf Türkiye’nin değil dünyanın sayılı şairlerinden biri. Kitaptaki şiirler Türkiyemiz için atılmış bir opera kahkahasıdır. Ağlamakla gülmek arası bir kahkaha.
Önümden çok geyikler geçti yavrularıyla birlikte
gözlerimle bile nişan almadım hiçbirine, Toroslarda
bir kısrağın doğurmasını gördüm, ayakta duruyordu,
harman yerine düştü yavru, titreyerek ayağa kalktı birkaç dakika sonra
sıçraya sıçraya tay oldu ve anasının memesine koştu.
Aynı gün sol elimin başparmağını soktu bir sarıcan arı
ben davarın peşinde koşarken
parmak izim kalmadı.
Örnek aldığım bu parçada şairin dünya görüşü; duruşu, sosyal durumu ve acılı kahkahalarla yaşama (ülkesine, cumhuriyete, toprağına, bayrağına) umutla sarılması var. İnce’nin şiirini okuyarak sarhoş olurum. Şiirine minnettarım.
Ortaokuldayken sık sık okuldan kaçar kanal köprüye giderdim. Böyle günlerin birinde suya bakıp suluboya resim yapmaya çalışırken, karşı taraftaki grupta ışıldayan birini gördüm. Hemen bakışarak selamlaştık. Yılmaz Güney’di. Yanıma geldi, hıyar yiyordum ona da verdim. Su sızan kara donuna silip hıyarı yiyişini unutamam.
»Öyküye yönelişiniz nasıl oldu?
Kısa Pantolonlu Sevda’nın şiirini yazmak istedim fakat bir türlü gitmedi. Metin anlatısı biraz genişlik istiyordu. Öykülemeye başlayınca bu işi becereceğime inandım. Öykü dilimi bulmam kolay oldu. Yoksulluk içinde geçen çocukluğumu güler yüzlü, bol manzaralı bir dille kotardım. Böylece öykü de dâhil oldu yazarlığıma. Roman dilim daha bir ayrıntı üstlendi. Şu an roman dilim de işler durumda. Bu arada bir oyun da yazdım: Nasreddin Hoca ile Azrail. Sydney’de sahnelendi. Umarım bir gün Türkiye’de de sahneye konulur.
»“Yaşamımın bir noktasından çıkarak yazarım her şeyimi” demişsiniz bir yerde. Yazdıklarınızda ne kadar varsınız?
Yazdıklarım duygu ürpermemden çıkışını alır, sonra gazlayıp gider. Yazacağım temayı zihnimde yoğurur, hayalimde yaşarım. Böylece içimden geçirdiğim yaşama, sözcüklerle dokuna dokuna yol alırım.
»Ödüllere neden karşısınız?
Şu an Türkiye’de neredeyse saçınızın teli kadar ödül var. Birkaçı saygın ama işin suyu çıktı. Bir de çoğu seçici kurulda dönen dolapları içinde bulunan arkadaşlardan duyunca hiçbir ödüle katılmama kararı aldım. Çok saygın bulduğum Çukurova Sanat Ödülü bana yetiyor.
»Akmayan suyun sesini dinlemekle” geçer mi günler?
Bunu çaresizlik olarak görmeyin lütfen. Çıkmazlarda bile yaşama bağlanmak, ummak, bir tür dervişlik…
*Şair Nihat Ziyalan ile yapılan ve tamamı Yaşam Sanat dergisinin Ocak-Şubat 2018 tarihli 33. sayısında yayınlanacak söyleşinin bir bölümünü yayınlıyoruz.
***
Yaşam Sanat’ın 33. sayısı çıktı
Yaşam Sanat’ın Ocak-Şubat 2018 tarihli 33. sayısının dosya konusu uzun yıllardır Avustralya’da yaşayan şair Nihat Ziyalan. 40. sanat yılını kutlayan Duran Aydın üzerine Ali Ozanemre’nin ‘40. Sanat Yılında Duran Aydın Şiirine Kısa Bir Değini’ adlı yazısı da bu sayıda.
Pablo Neruda (Çeviren, Can Yücel), Adil Bozkurt, Özge Sönmez, Selma Özeşer, Mehmet Yaşar Bilen, Asım Gönen, Şahit Taş, Büşra Biçer, Ali Ziya Çamur , Bülent Güldal, Demet Duyuler Doğan, Bilsen Başaran, Asım Öztürk, İhsan Topçu, Duran Aydın, Müslüm Kabadayı, Şerif Temurtaş, Funda Müftüoğlu, Halit Payza, Ferhat İşlek, Mehmet Binboğa, R. Semra Yücel, Kubilay Altuntaş, LeonardCohen /Baran Doğu, Ahmet Türkay, Selda Kaya, İbrahim Oluklu, Songül Eski, Gülçin Yağmur Akbulut, Ahmet Zeki Yeşil, Ergün Barış, Coşkun Karabulut, Hasan Akarsu, Bilal Kayabay, Hakan Unutmaz, Mehmet Ali Elçin, Önder Çolakoğlu, Ali Semerci ve Atila Er şiir, öykü ve yazılarıyla yine bu sayıda.
(Birgün Gazetesi)
https://www.birgun.net/haber-detay/eve-gotur-beni-nehir-197994.html