YUSUF BAL İLE SÖYLEŞİ
Leyla Karaca, 8 Ağustos 2017
Ücra İşlem, Göz Kuşağı ve son olarak yeni çıkan Da adlı kitaplarınızla Türkiye’de deneysel-görsel şiirin önemli temsilcilerinden biri olarak anılıyorsunuz. Edebiyat dergileriyle başlayan bir süreç bu sanırım. Edebiyat ve daha da daraltırsak deneysel şiir hayatınıza nasıl girdi, yoksa hep orada var mıydı? Kalıpların dışına çıktığınız o ilk anı hatırlıyor musunuz? O anda ne oldu da deneysel şiir sizi kendine doğru çekti? Bir nehrin denize doğru çekilişi gibi bir şey miydi bu?
Lise yıllarında ilgi alanım daha çok bilimsel içerikli ve tarih içerikli kitaplardı. Şiir sayıda şiir kitabı okumasam da, Necip Fazıl Kısakürek’in Çile isimli kitabını ve Mehmet Akif Ersoy’un Safahat isimli kitabını okumuştum. Sakarya Türküsünü kimya defterimin ilk sayfasına yazmış, onu ve Fuzulinin bir şiirini ezberlemiştim.
Yazdığım ilk şiirler üniversite yıllarımın sonuna rastlar. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği bölümünden mezun olduktan sonra 1999 da Sivas’ın Suşehri ilçesine İngilizce Öğretmeni olarak atandım. Hobi olarak edebiyat dergileri yerine düzenli olarak bilgisayar dergileri alıp okuduğum 2000’li yıllarda kendi halimde yazmaya devam ediyordum. Sonra Dergah, Patika ve Varlık gibi dergileri alıp okudum. İlerleyen zamanlarda bilgisayar dergileri yerine daha çok edebiyat dergileri alıp okumaya başladım. Kendi şiirlerimi de gönderdim ancak maalesef hiçbirinde yayınlanmadı. Antoloji.com’a üye oldum ve uzun süre orada şiirlerimi yayınladım. Bayide gördüğüm dergiler dışında Türkiye’de çıkan diğer dergiler konusunda bilgim yoktu. Sivas’ta çevremde dergi ve edebiyatla ilgili kimse yoktu. Mortaka dergisinin adını gördüm bir yerde. Web sitesini bulup inceledim, güzel bir dergiye benziyordu, abone oldum. Sonra Yolcu dergisine abone oldum. 2008 den sonra şiirim dergilerde yayınlanmaya başlamıştı. Sivas Basınında aktif olarak yazan dostum Osman Çelik ile tanıştım. Sivas Postası Gazetesinin sponsorluğunda iki haftada bir çıkan 24 sayfalık bir dergi olan Poyraz Edebiyat Dergisini çıkarmaya başladık. Editörü olduğum Poyraz Edebiyat için Aziz Şeker’i az görsem bile Orhan Karahan, Osman Çelik, İlkay Coşkun’la sık sık bir araya geliyorduk.
İlk deneysel şiirim 2009 yılında yazdığım Müberra’dır. Aynı cümlelerden oluşan iki üçgen sütundan oluşan bu şiirde, birinci sütunun ilk cümlesi, ikinci sütunun son cümlesidir. Kelimeleri hem yatayda, hem de dikeyde anlamlı olacak şekilde yerleştirmek, satranç oynarken ikinci-üçüncü hamleleri düşünmeye benziyordu. Bu tarz kelime oyunlarını sevmemde sayısalcı olmamın etkisi olabilir. Belki de az kalsın üniversiteden atılmama neden olacak, 4’er kere alarak ancak geçebildiğim matematik derslerine olan özlemim! Rüyaya giren şey şiire de girebilir.
Müberra’yı Mortaka Dergisine yolladım. Yaşar Bedri Özdemir, Kış 2009 sayısında yayınladı. Müberra tarzında çok sayıda şiir yazdım. Deneysel şiirlerimin ilk örnekleri Poyraz, Mortaka, Göç, Temrin, Varlık, Yolcu, Ihlamur, Hayal Bilgisi, Kuyu, Müsvedde, Habis, Hürriyet Gösteri Sanat dergilerinde yayınlandı. İlk çalışmalarımı yayınladıkları için isimlerini zikrettiğim dergilerin dışında deneysel çalışmalarım daha sonra başka dergilerde de yer aldı.
Aslıda deneysel şiire girişimi sizin sorunuzda yer alan “Bir nehrin denize doğru çekilişi gibi” cümlesi güzel ifade ediyor. İlk deneysel şiirimden sonra aradan geçen 8 yılda çok sayıda deneysel-görsel şiire imza attım. Saymadım ama 200 civarı olduğunu düşünüyorum.
Somut şiir bu çağda görselliğin ön planda oluşuna bir tepki olabilir mi? Görselliği şiire eklemek, resim araçlarını yazıya dökmek biraz? Deneysel şiirde bu ikonik duruş ona muazzam bir hareket de katıyor aynı zamanda. Tarihsel gelişimine baktığımızda mesela Dadaistlerde ve bizde Osmanlı’da enteresan örnekler görüyoruz. Somut şiir II. Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkmış ve gittikçe yaygınlaşmış. Ama ondan önce Hellenistik ve Roma dönemlerinde dahi somut şiir örneklerine rastlanıyor. 19. ve 20. yüzyıllarda Mallarme ve ee. cummings’in deneysel şiir çalışmaları mevcut. Almanya ve İsveç’te bu alanda önemli çalışmalar varken bizde Avrupa’daki gibi bir akım oluşmamış daha çok bireysel çabalar görüyoruz onun yerine. İlhan Berk, Behçet Necatigil’deörneğin.Bizde bir akım olarak belirmeyişini, uluslar arası bu harekete katılmayışımızı neye bağlamalıyız?
Ut Picture Poesis kavramı görsel dille şiir dilinin doğrudan bir ilişkisi olabileceğini savunan kavram. Bu güne kadar yapılan örnekleri ele alarak “somut şiir şiir midir?” sorusunu soracağım.Güçlü bir şiir dili olmadan harfleri eğip büküp ortaya görsel çıkarmak çalışmanızı ne kadar şiir yapar ki?
Somut şiir örneği diye sunulan kimi çalışmalarda, cümleyi bırakın doğru dürüst kelime bile bulunmuyor. Batıda yapılan örneklerde, çağımızda tasarımcı gençlerin yapmaya çalıştığı örneklerde genel durum böyle. Bir sayfayı c harfi ile doldurmak, en son c yi ters yazmak, birşey anlatır, katılıyorum ama, bu çalışmayı ne kadar şiir yapar? Dünya Edebiyatını düşündüğümüzde dergilerde, kitaplarda, internet sitelerinde sergilenen çalışmaların ne kadarı şiir? Şiirin mutlak tanımının yapılamıyor olması, her şeye şiir deme yetkisini vermez kimseye. Sanatta iki kere iki dört etmiyor bunu kabul ediyorum ama iki kere iki en azından beş ya da altı yapsa.
Bu güne kadar gördüğüm somut şiir denilen eserlerin yüzde 95’ı şiir değildi. Kalan yüzde 5 için sorunuzu cevaplayacak olursam, şiire görsellik eklemenin birçok nedeni olabilir. 1) Söze olan muhalefet 2) Sanatın sınırlarını aşma çabası. Az olanı ortaya çıkarmak için şiiriÜcra’Daaramak 3)Sözü saklamak 4) Edebiyat camiasında erk oluşturmaya çalışanlara, alın size şiir tepkisi vb. devam eder. EugenGomringer gibi yazarlara göre somut şiir ezberlenebilir, çünkü belleğe bir nesne gibi görüntüsü kazınacaktır.
Biraz konu dışına çıkacağım ama hemen geri döneceğim konuya. Poyraz Edebiyat dergisini çıkardık, yıllardır sağa yakın, sola yakın, ikisine de uzak Allah’a! yakın dergileri takip ediyorum. Her camia kendi şairini üretme çabasında. Dernekler kendine yakın insanlara ödül veriyor, yani kendilerine. İncelediğim 30 dergi içerisinde en amatör dergi hangisi diye sorsalar adını vereceğim dergi, İLESAM’dan dergicilik ödülü almıştı da ortadan ikiye yarılmıştım. Adı Geçmeyen Dergi zaten sunuş yazsında kendilerine gönderilen eserlerin sırasıyla yayınlanacağını söylüyordu. Yani hiç eleme ve kaliteden bahsetmeden. Cumhurbaşkanlığı şiir ödülünü alan şairlerden birisinin bir şiirini ezbere okumayın ama bu şairlerin bir şiirinihatırlıyor musunuz? Hatırlamıyorsanız,sorun var ama üzülmeyin sorun sizde değil. Ödülde sorun var. Bence siyasi partiler haricinde tüm kurumların, derneklerin ödül vermesi yasaklanmalı bu ülkede.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde hat ve tezhip sanatında olduğu gibi, görsel deneysel şiir alanında da has örnekler var. Ağaç ağaçağaç…yazarak, ağaç şekilli ucubelerin aksine, ecdatgörsel şiirlere nice beyitleri sığdırmış. İbrahim Hakkı Hazretlerinin Marifetname kitabında metnigörselle birlikteifade eden örnekler var. 16.yüzyıl şairlerinden Fedai’ye ait olan ‘Esar’ıGayb’ başlıklı manzumeyi, 17.Yüzyılda Şahin Giray’ın dairesel görsel çevresinde yazdığı şiiri görsel-deneysel şiire örnek verilebiliriz. Özer Şenödeyici tarafından hazırlanan Osmanlının Görsel Şiirleri isimli kitabı öneririm.
İlhan Berk, Behçet Necatigil, Metin Altıok, Cahit Koytakgibi şairlerin bir kaç örnek yapmış olması bu şairlerin deneysel-görsel şiirebüyük katkı sağladıkları anlamına gelmez.
Deneysel-görsel şiir bizde niçinbir akım olarak belirmedi sorusuna ise şöyle cevap verebilirim. Deneysel şiirin akım olması zor çünkü deneysel.Deneyin amacı zaten var olan şeyi tekrar etmek değil, olmayanları ortaya çıkarmak için çaba sarf etmektir.
Bir şair ortaya çıkardığı bir şiir yapısı üzerinde ısrarla durabilir. Bu tarz o şairinpoetikasıolabilir. Yaptığım üçgen ve ters simetrisinden oluşan şiirleri (Şair Hüseyin Alemdar bir yazısında Yusuf Bal’ın Ücra İşlemleri olarak isimlendirmişti) herkes yazarsa zaten klasik olarak algılanırdı.
Da’ya dönecek olursak, kapağında bir kedi var. Okuduğumda ise bir aşk şiiri o. Kedi imgesi üzerinden anlatılınca bu aşk, insan onu okurken biraz da kedi sever gibi hissediyor.Somut şiir çalışmalarınızda dili ele geçirme, şiirin özsuyunu sayfaya akıtma gibi bir arzu söz konusu olabilir mi? Şiiri doruğa çıkarma? Şiir yazarken bir yelkenli yapmışsınız mesela? Rüzgârı da hissediyor insan orada…
Da’nın kapağında yer alan kedi görselindeki şiir farklı çağrışımlar yapabilir. Mesela kitapçıda karşılaştığım birisi kapaktaki harita nerenin haritası diye sordu. Kitapçı beni kendisine takdim edince önce bana “bu kitaptaki şiirleri siz mi yazdınız” diye sordu. Evet dediğimde ise bu sefer “hepsini mi siz yazdınız?” diye ekledi. Kapakta görsel olarak bir kedi var, ancak bir de kedinin duruşu var. Oturmuş, kafasını yana çevirmişkedi. Benim için şiire olan ilgi kedinin duruşunda başlıyor. Bu şiiri 2013 yılında yazmıştım. Dergide yayınlanması ise 3 yıl sonraya nasip oldu. Daha önce çok beğendiğini ve yayınlayacağını söyleyen bir derginin yayın yönetmeni muhtemelen dergiye sığdıramamış olmalı ki o dergide yer almadı.3 Yıl sonra Amasya’da Külliye Dergisi çıkaran dostum Mustafa Ayvalı tarafından yayınlandı.
Şunu savunuyorum. Deneysel Şiir, Somut Şiir, Görsel Şiir adı ne olursa olsun şiir olması için,
1) Metin içermeli 2) Metin şiir olmalı. Şiirinizi görme engelli birisi dinleyemeyecekse resim sergisine götürün.Kabul ederlerse.Daha olmadı, şehrin meydanına heykel diye dikin.
Kendine şair yazar öneki koyarak sosyal medyada hesap açanları komik buluyorum. Dergide yazsa bileTürk şiirine mâl olmuş bir tane eseri olmayan şair-yazarların olduğu ortamda, hangi metnin şiir olduğuna, kimin şair olduğuna okur karar versin.
Görselliği olan şiirler yazarken sanatı bir bütün olarak düşünme arzum ön plana çıkıyor sanırım. Bir de biçimsel anlamda yeni şeyler ortaya çıkarabilmek. Eğer yeni eserler ortaya koyamayacaksak neden yazalım ki? Apartman dairelerinin içerisindeki eşyaların farklı olması yetmiyor, binaların da farklı olmasını istiyorum.
Şiirin okunacak bir şey olmaktan çıkıp algılanacak, duyumsanacak bir gerçeklikolması onu okumayı zorlaştırabilir mi? Şair zaten şiirde, iyi şiirde diyelim, algıları ters yüz eden bir şey yapıyor, görsel şiirde bu etki giderek artabilir de.Böyle bir riskin diyeyim ortaya çıkıyor olması size ne hissettiriyor? Sözcüklerle tasarım yapıyorsunuz bir anlamda çünkü. Yeri gelmişken görsel şiiri nasıl okumalıyız?
Şiir okunacak bir şey olmaktan çıktığı zaman şiir olmaktan da çıkıyor. Şiire görsellik katılması okumayı bazen zorlaştırabilir. Kimi zaman bu yollaşiirlerimi saklıyorum. Kitabı ellerine alıp, biraz çevirip bırakan da olacak, okuyan da.
Okur için ayna olmak isterim. Kendi şiirimi değil onların şiirini yazmayı. Yunus Emre’nin on yaşında ezberlediğim bir cümlesine kırk yaşına gelince hayret ediyorum.Yunus Emre 10 yaşındaki çocuğun ve 40 yaşındaki bir adamın farklı düzeyde anlayacağı iki şiiri aynı metinlere sığdırmış. Aşık Veysel de öyle.
Kelimelerle tasarım yapmayı sevdiğim doğrudur. Özgürlük temalı Kül Kanat şiirimikelebek görseliyle yazmıştım. sUsTası isimli şiirimde Budistlerin Arakan’da işlediği cinayetleri, Türkiye’de yapılan darbeleri, Muhsin Yazıcıoğlu cinayetini, Mavi Marmara korsanlığını, Aşağılık devletlerin PKK aracılığıyla ülkemizde döktüğü kanıKurukafagörseliyle işlemiştim. “Girelim cehenneme/ ne çıkar biraz yansak” diye başlayan bu şiirin ağız bölgesinde “hep birlikte susalım en çok çalışan yerimizle” diyerek susarak konuşma vaktinin geldiğini imlemiştim. Bu şiirde zaten dudaklarımız değil, dişlerimiz görünüyor. Bu konuları gül sembolüyle anlatacak değildim.
Görsel şiiri nasıl okumalıyız? Görsel şiiri en çok metinlerden okumalıyız.
Aslında tüm bu sorulardan hariç sormayı önemsediğim başka bir soru var. Her kelimenin, her harfin Gerçek’le, Varlık’la kopmaz, enteresan bir bağı olduğunu düşünürüm. Her harfin bir sese karşılık geldiğini düşünürsek ve sesin de bir enerji. O ki, şiir yazarken siz harflere biraz da matematik ekliyorsunuz yanılıyor muyum? Yani sayıları harflere katmak gibi bir şey bu, ortaya muazzam bir etki çıkıyor. Harfler ve sayılar bu tarz bir bütünsellikle bir araya gelince bizi tuhaf bir eşiğe getiriyor. O imge her ne ise görünen bir ağza dönüşüyor. Artık her şeyle ilgisi olan yeni bir ses çıkıyor ortaya. O sesin bize söylediği nedir? Yani günlük hayatın dışında bir dil o. Bize eşsiz bir güzelliği mi haykırıyor, ümidi mi fısıldıyor? Sayılar ve harfler buluşunca ne oluyor?
Varlık ve var olan şeylerin isimleri arasındaki ilişki konusunda araştırmam olmadı ancak bu konu yıllardır aklımda dolaşıp durur. İsimleri öğrenmenin maddeyi öğrenmede temel olduğunu biliyorum, lakin isimleri bilmenin ne anlama geldiğini halen sorgulamaktayım. Hazreti Ademyaratılmadan önce meleklerin Allah’a “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” sorusu, Allah’ın Hz. Âdem’e isimlerin hepsini öğretmesi, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız şunların isimlerini bana haber verin” demesi beynimin bir yerlerinde dolaşır durur. Buradan isimleri bilmenin üstünlük olduğu anlaşılıyor. Enerji kelimesini bilmek,sadece potansiyel enerji, kinetik enerji formüllerini ve E=mc2 yi bilmek mi?
Kainatın yaratılışının Allah’ın “ol”emriylegerçekleşmesi, sözün ne olduğu konusunda düşündürücü bir olaydır. Arapça’da“kün”,Hindu inanışlarında “aum (om)” sesi. Kalabalık topluluklara hitap eden liderler, kelimelerini ve seslerini hangi tonda kullanıyorlar da kitleleri bir anda harekete geçirebiliyorlar.
En çok sevdiğiniz şiirleri niçin seviyorsunuz? Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale şehitlerine yazdığı “Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?/En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi” derken kullandığı sert ünsüz “ş” nin etkisi. Yine bu şiirde geçen mahşer, beşer, şimşek, gerçek vb. Bu şiiri okurken sanki savaştaki sesleri duyar gibi oluyorum. Genel anlamda Türkçemize baktığımızda vahşet, dehşet, savaş, çığlık kelimelerindeki ses de dikkatimi çeker. Arapçada gök gürültüsü anlamına gelen “Rad” sesinde sanki göğün gürlemesini duyarım. İngilizcedesnake, chicken, cow, dog kelimeleri sanki bu hayvanların çıkardığı sesle ilgili. Fuzuli“Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı/Felekler yandı âhımdanmurâdımşem’i yanmaz mı”derken “usandırdı” yerine “bıktırdı” dese olur muydu? Usanmak daha aheste bir ses sanki. Acemi halk şairleribazen kafiye yaptığını sanarak dize sonlarında öyle kötü kelimeler kullanıyorlar ki, kelimeler şekil olarak benzese bile ses olarak da,ruh olarak da uyumsuz.
Ruh demişken, şiirde kullandığınız kelimelere sızan ruh olabilir mi? Yaşamadığımız bir hayata ait kelimeleri kullanmamız itici oluyor bazen. Namazlı abdestli bazı şairlerşiirlerinde “fahişe” kelimesini kullandığında sırıtıyor işte. Camiye gidiyorsan sen camiyi kullan kardeşim. Yine kendisi refah içinde yaşarken şiirlerinde yoksulluktan, emekten dem vuran kardeşlerimizin şiirleri de öyle. Plajda bikiniyle gezerken böyle şiirler yazmasa iyi olur. Şiirin ruhu eksik oluyor sonra. Gerçekten hissedecek kadar büyük kalbiniz yoksa, bilin ki ruhu olmayan her şey ölüdür bu evrende.
Sorunun diğer bölümüyle ilgili olarak, sayılarla harflerin buluşmasını sevmiyorum ama şiirle matematiğin buluşması güzel bir şey. Çoğu insan şiir ve matematik deyince yanlış anlıyor. Yılar önce Van’da çıkan Sınır dergisinde Kahraman Tazeoğlu ile yapılan söyleşi vardı. Şiir ve matematik arasındaki ilişkiyi soran soruya, benim heceleri saymakla işim olmaz anlamında bir şeyler söylüyordu. Matematiği direk heceleri saymak olarak algılamış. Oysa şiirdeki matematik rakamların sureti değil. Şair “ben sıfırım, ama kainatta yerimi bulmalıyım” diyorsa oradaki sıfır rakam değildir. Kainat o kadar büyük ki, sıfırız işte hepimiz. Bilgisayar mühendisibirisi filimin en heyecanlı yerinde ekranı kapatıp, durun her şey 1 ve 0 dan ibaretti dese kim itiraz edebilir. Mevlana “Sen mâdem ki zahiri önü, sonu düşünmektesin, ancak ve ancak bu gam ve neşe alemindesin. Ey hakikatte yok olan! Yok olan; nerede ön, nerede son!” demiş.
Göz Kuşağı adlı kitabınızın kapağında güzel bir göz var. Bu gözü yazmak ve çizmek ne kadar vaktinizi aldı? Yalnızca birkaç saat mi, haftalar mı? Bu soruyla şunu anlamaya çalışıyorum. Bu ruhsal akış aniden gelen karşı konulamaz bir şey mi, yoksa sabırla ilmek ilmek işlenen, safha safha ilerleyen bir süreç mi? Bir de sözcüklerle bir anlamda fotoğraf çekerken imgeye nasıl karar veriyorsunuz? İmgenin kendini ortaya çıkarması söz konusu olabilir mi?
Israrla görsel şiirin okunabilmesi gerektiğini savunmaktayımancak okunması en zor iki şiirimden birisinin Gözkuşağıolduğunu biliyorum. İlerde ben bile okuyamam diye ses kaydı yaptığımı espirili bir dille söyleyebilirim, fakat sesim çok mikrofonik olmadığından o sesi kendime saklayacağım.
Üç ayda bitirdiğim çok şiir var ancak Gözkuşağı’nın ne kadar sürede tamamlandığını hatırlamıyorum. Muhtemelen bir iki ay sürmüş olmalı. Şiirin taslak halini hızlı yazsam bile ayrıntılar üzerinde çalışmam zaman alıyor. Gecenin bir vaktinde uyanarak uçar hızda şiir yazdığım oldu. Sabah devam edeyim diyeyarım bırakıp,sabah kalem oynatamadığım şiirler. Bu şekilde yazdığım şiirlerden “Kimya”aradan 8 yıl geçmesine rağmen halen yarım kalmaya devam ediyor.
Görsel imgeye nasıl karar verdiğim konusunda ise şiiriniçeriğinin etkili olduğunu söyleyebilirim. Örneğin satranç taşlarına benzeyenAt, Kale, Fil, Piyon, Vezir görselinde olan şiirlerin teması savaş ve mücadeledir.
Siyah Atşiirimde“tanrım / isyan et diyorsun / yudumlayıp baruttan kaseyi / kan çıkar yer yüzünde, habil kabil karışsın /isyan et diyorsun kutsal kitapta; kötü olan herşeye”dizeleri konuya hızlı bir giriş yapıyor.
Son olarak Da’da güçlü şiirler var. “Bugün öykü çıkmaz, çekip beni alsan isyanın kucağından, yorulsam seni sevmekten, taze nehirle kalbimi dövsen.” Da, sf, 22.
Bir yerde de şöyle diyorsunuz:
“Belki şiir arının kovanda bal yaparken çıkardığı uğultu
Belki de şiir ilham kuyularının duvarında boynunu eğen yosundu” Da, sf, 39.
Bu güçlü imgeler görselle birleşince ortaya masalsı, fantastik, sınırları zorlayan yeni bir dünya çıkıyor, adeta harfler ülkesinde bir şölen. Soracağım şu ki, şairler bazen tek bir kelimeyi arar durur. Sizin aradığınız tek bir kelime olsaydı farz edelim, deneysel şiirde o neye benzerdi? Nasıl bir desen ortaya çıkardı? Bir gökkuşağı, güneş veya bir dalga denizde? Yeri gelmişken var mı öyle bir kelime sizin için? Tüm harflerin içinde mündemiç olduğu o sözcük nedir sizce?
Kendi şiirlerimle ilgili olarak dikkatimi çeken bir şey var. Alıntı yapılınca cümleler eksik duruyor. Şiir için aradığım kelimeden ziyade aradığım ruh var. Kelime konusunda ise her şairin şiirine yakışan kelimeler var. Çeşmeler Sezai Karakoç şiirine yakışır. Ben matara kelimesini hiç kullanmadım, İsmet Özel kullandı. Benim şiirime yakışan kelime sanırım rüzgar. Rüzgar her yeri dolaşır, kışı görür, baharı görür, sesleri duyar, kuşları sever, çöle kum tanelerini serper ve bir gün her şey sustuğunda, o da susar.
Aksisanat adına teşekkür ederim.
YUSUF BAL
1975 yılında Sivas’ta doğdu. 1999 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği bölümünden mezun oldu.
Poyraz Edebiyat Sanat Kültür Dergisinin editörlüğünü yürüttü (20 Sayı, 2009-2012). Şiirleri ve yazıları Poyraz, Ayvakti, Akpınar, Amanos, Ayna İnsan, Berceste, Edebiyat Ortamı, Erciyes, Eliz, Göç, Ihlamur, Hayal Bilgisi, Habis, Hürriyet Gösteri Sanat, Kurşun Kalem, Kuyu, Külliye, Mahur Beste, Mavi-Yeşil, Mortaka, Mühür, Müsvedde, Nif, Papirüs, Sınır, Sunak, Şiir Vakti, TabutMag, Temren, Temrin, Varlık, Yolcu dergilerinde yayınlandı.
2011 yılında “Ücra İşlem” isimli kitabı Ötüken Neşriyat tarafından, 2013 yılında “Gözkuşağı” isimli eseri Şiir Vakti Yayınları tarafından yayınlandı. Sivas Postası, Sivas Times ve Sivas İrade Gazetelerinde Edebiyat Sayfaları hazırladı. Deneysel ve görsel biçimleri dahil ettiği şiirleriyle özgün bir tarz oluşturan şairin şiirleri dergiler dışında çeşitli şiir yıllıklarında ve antolojilerde de yer aldı.
Kitapları:
Ücra İşlem (Şiir, Kasım 2011, Ötüken Neşriyat)
Göz Kuşağı (Şiir, Nisan 2013, Şiir Vakti Yayınları)
Da (Şiir,Haziran 2017, Ferfir Yayınları)