Yazan: Füsun Çetinel
Editör: Müren Beykan
Çocuk ve gençler için düzenlediği hikâye atölyelerinden tanıdığımız Füsun Çetinel‘in kaleme aldığı, editörlüğünü Müren Beykan’ın üstlendiği Duvarda 3 Hafta (7. ve 8. sınıf) bu yaz okumaya hevesli çocuklar için macera dolu bir büyüme hikâyesiyle karşımıza çıkıyor.
Duvarda 3 Hafta’yı yaz tatilinde okuması için bir kız çocuğuna armağan ediyorum. Ardından da kitapların yazarı Füsun Çetinel ile yaptığımız söyleşiye geçmek istiyorum.
- Öncelikle sizi tanımak isteriz. Füsun Çetinel, kim değildir?
Boş oturmam, durmam, hep yeni projeler, planlar, fikirler peşindeyim. İnsanları yargılamam, aksine onların hikâyelerini merak ederim. Önceden olacakları düşünüp kedere kapılmam. Felaket senaryolarıyla hayatımı cehenneme çevirmem. Düşünmeden hareket etmem. Şikâyet etmem. Somurtmam. Çok şey istemem. Lükse, rahata önem vermem. Düğüne, sünnete, partiye, kutlamalara katılmayı sevmem. Sınırları, duvarları, genel geçer kuralları kafama takmam. Ortak düşüncelerle, ortak kararlarla hareket etmem. Dernekler, partiler, toplu hareketler, bana göre değildir. Çocuk çığlığından şikâyet etmem. Böcekten, arıdan, örümcekten korkmam. Uyku sorunum yoktur, ayakta bile uyurum. Yemek seçmem. Yazmak için özel bir alana ihtiyaç duymam. Yürümeden duramam. Başkalarının çöpe attığı kaktüsü eve getirir, bakar ve çiçek açmasını sağlarım.
- Ayasofya Konuştu ve Sırlar Yolu çocuk romanlarınızın ardına ilk gençlik romanınız Duvarda 3 Hafta Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlandı. İlk kitabınızın 2015’de yayımlanmasının ardından bugüne kadar geçen süreçte neler yaşandı?
İnsanoğlu çok bencildir, onun için de ben kendi hayatımda neler yaşandı diye cevaplıyorum sorunuzu. Yazmayı hep sevmiştim diyemeyeceğim ne yazık ki diğer yazar arkadaşlarım gibi… Ben ancak elli yaşımdan sonra sistemli yazmaya başladım. Onun öncesinde hep okuyor, düşünüyor, gözlemliyor ve çiziyordum.
İlk romanımın ardından yaşamımda pek de bir şey değişmedi aslında. Öykü atölyelerim, özel derslerim devam etti. Daha çok öykü yazdım ama hala bir dosya haline getirmedim. Çocuk kitabı, roman, öykü, deneme elime ne geçtiyse okudum ama çok daha seçiciyim. İlk üç dört sayfada eğer midemde bir yanma başlıyorsa kitabı bir kenara bırakıyorum. Kaybedecek zamanım kalmadı.
Türkiye’nin dört bir yanından çok değerli, yazma okuma tutkunu öğretmenlerle tanıştım. Ders notlarımı, atölye malzemelerimi, kitaplarımı onlarla paylaşıyorum.
Diğer çocuk kitabı yazarlarıyla toplanıp birikimlerimizi paylaşıyoruz. Toplu çalışmalar beni çok besliyor.
Daha çok okula; söyleşi ve atölye yapmaya gidiyorum. Kitaplarım çoğaldıkça okuyucu sayım da artıyor ve devamında onlarla daha fazla şey paylaşabiliyorum. Konu çocuklarsa bu benim için çok keyifli oluyor.
Çocuk kitapları Türkiye’de hala çok yetersizdir. Almanca, İngilizce çocuk kitaplarını okudukça daha çok hırslanıyorum. Bizler de böyle samimi, çocuğun göz hizasında, dili uygun ama mutlaka bir tutam edebiyatla kitaplar yazabilmeliyiz diyorum kendi kendime. Çocuk kitapları; çiçek, böceğin şirin şeyler söylediği yapay dünyadan kurtulmalı artık.
- Çocukluk ve gençlik döneminde Füsun Çetinel’in kitaplığında hangi yazarlar yer alıyordu?
Ablamla aramızda yedi yaş fark olduğu için okuma yelpazem çok genişti. İlk başta Ayşegül ve Tina dergileri vardı. Sonra Teksas, Tommiks, Red Kit, Killing, Karaoğlan aklınıza ne gelirse.
Genç Werther’in Acıları, Gizli Bahçe, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Arzın Merkezine Yolculuk, Barbara Cartland serisi, Yaramaz Beşler, Küçük Hafiyeler, Sinekli Bakkal, Aziz Nesin, Muzaffer İzgü, Kemalettin Tuğcu… Bunlar şimdi aklıma gelenler.
Okullarımızdan dolayı Almanca aslından Kaestner, Hesse, Lenz, Mann, Alman şairler, tiyatro oyunları… Annemin işinden dolayı Burda dergileri…
Babam Akba Yayınları’na dışarıdan çeviri yapardı. Polisiye romanlar hep elimizin altındaydı.
Hiç kitapsız kalmazdık…
- Gençler, kitabı okurken Türkiye’den Almanya’ya kadar uzanan bir tatil serüvenine kadar gidiyor. Yaz macerasının devamında nelerle karşılaşıyorlar?
Melisa, kahramanımız, bir çalışma kampına gittiğini önceden biliyor ama orada ne tür şeylerle karşılaşacağını tahmin edemiyor. Bu söyleşiyi okuyan kişiler; ilgileniyorlarsa kitabı alıp devamında neler olduğunu okuyabilir.
İçinde ne var derseniz… Dünyanın kendisi var, çalışma kamplarının nasıl bir yer olduğu var, farklılıklar var. Paylaşmak, sorumluluklarımız, isteklerimiz, hayallerimiz, yanlışlarımız, doğrularımız, kalıplarımız var. Aslında ne kadar da aynı olduğumuz var.
- Birtakım aksiliklerle devam eden yaz tatili aslında bir nevi çalışma kampına dönüyor. Şöyle ki eski bir duvarın yenilenmesi için doğayla baş başa bir arada kalan gençler için öğretici olan şeyler neler oluyor?
Melisa çalışma kampına gittiğini biliyor. Yaz tatili bir şey dönüşmüyor. Hepimizin yapabileceği gibi katılmakta isteksiz olduğu çalışma kampının bilgilendirme kâğıdını düzgünce okumuyor hatta şöyle bir bakıyor…
Yaşamanın kendisi bir öğretidir aslında. Melisa pek tabii birçok şey deneyimliyor, sorguluyor, fark ediyor… Neler derseniz; arkadaşlık, paylaşmak, saygı, aşk, farklılıklar, ortak bilinç, kaynaklarımız, büyümek ama okuyucular eminim kendilerine bambaşka şeyler de bulacaklardır.
En çok kaçındığım konu öğretici bir şeyler yazmak! Hayat akar gider ve içindeki insanlar kendilerine göre bir şeyler öğrenirler gerek doğru gerek yanlış. Romanlar, öyküler, şiirler yazılır. Okuyucular istediklerini anlarlar, ister severler ister yarım bırakırlar…
Gençtur çalışma kamplarının yapısı bir öğreti aslında. Her yaşa, her bünyeye, ilgiye, göre kamp var. Büyümek için emin suları terk edip okyanusa açılmak gerek. Yalnızca gençler için değil bizim de büyümeye ihtiyacımız var. İnternet sitelerine girip incelemenizi tavsiye ederim.
- Çocuklar için yazdığınız romanlarda karakterlerin oluşumunda nelere dikkat ediyorsunuz?
Karakterlerim gerçek olmalı, okuyucu inanmalı onlara. Konuşmaları doğal olmalı. Bizden biri olmalı karakterler. Sıradan, her gün rastlayabileceğimiz kişiler. Yaşamalı, ukala olmamalı, boyundan büyük konuşmamalı, ders vermemeli, parmağını gözümüze gözümüze sallamamalı.
İnsan olmalı; tuvalete gitmeli, yemek yemeli, kusmalı, geğirmeli… Nefret etmeli, kıskanmalı…
Başı belaya girmeli, kurtuluşu içinden gelmeli, komik olmalı, ağlamalı…
Okuyucu o karakterle özdeşleşmeli, inanmalı ona. Kendisine inandığı gibi.
- Bu arada kitap kapağından sevimli ayracına kadar hepsini çok beğendim. Titizlikle yürütülen bir çalışma olduğu görülüyor. Kitaplardaki resimlerin önemini bir de sizden dinlesek?
Hayat bana çok iyi davranıyor. Gerçekten çok şanslıyım. En büyük şansım Müren Beykan gibi çok titiz, yetkin, yapıcı bir editörümün olması. Gözümden kaçan her şeyi yakalıyor, birlikte düşünüyor yeniden çalışıyoruz.
Günışığı markası altında olmaktan ayrıca gurur duyuyorum, çalışma arkadaşlarım, yazarlar, çizerler hepimiz bir aile gibiyiz.
Değerli çizerim Huban Korban’la tanışıklığımız yıllar öncesine dayanıyor. Daha hiçbir şey yazmadığım yıllarda onun çizimlerine hayranlıkla bakar, “Belki bir gün,” derdim, “eğer bir şeyler karalarsam bu tür çizimlerle tamamlanmasını isterim”… Duvarda 3 Hafta’yı onun değerli çizimleri olmadan düşünemiyorum.
Bir kitapsever olarak Günışığı’nın kitap ayraçlarına ben de hayranım. Tam koleksiyonluk…
Ayasofya Konuştu romanımı Sadi Güran resimledi. Sırlar Yolu’nu ise Sedat Girgin. Onlara da teşekkürler. Dedim ya hayat bana iyi davranıyor…
- Son olarak, ileriki zamanlar için kitap çalışmanız var mıdır?
Her günüm gerek kendim için yazarak, okuyarak, araştırarak gerekse öğrencilerim için düşünerek, düzelterek geçiyor. Yürürken, alışverişte, yemek yerken, kitap okurken hep bir elimde kalem ve defter notlar alıyorum. İşle yaşam iç içe benim için. Kafamda, bilgisayarımda ve defterlerimde bir sürü proje var.
Son çalıştığım şey çok renkli, hareketli, maceralı, tüylü bir roman… Biraz daha ufak arkadaşlar için…
Röportaj için teşekkür ederim.
Meltem Dağcı