Söyleşi…
Veysel Çolak
Aslıhan Tüylüoğlu
Fatma Aras
Mustafa Ergin Kılıç’ın yedinci kitabı “Yardan Adam”, Yasakmeyve Yayınları arasında çıktı. Kılıç, şiir kitapları kadar çıkarttığı dergiler ve şiir yıllıkları ile edebiyata müdahale eden bir şair. Veysel Çolak, Aslıhan Tüylüoğlu ve Fatma Aras, Yardan Adam üzerinden, Mustafa Ergin Kılıç’la bir söyleşi yaparak, Kılıç’ın şiirleri üzerine okurları için yeni ipuçları yakalamak ve poetikasını açımlamak için sorular sordular.
Veysel Çolak: Sözcüklerle oynamak senin şiirlerinin karakteristik özelliklerinden birini oluşturuyor. Örneğin “yemyeşil terk edilmiş şiir / sarı bir mevsim / yarısı ekim / kasımla başlayıp yasımla biten” dizelerinde ‘kasım’ sözcüğünün başındaki ‘k’ ünsüzü yerine ‘y’ ünsüzü koyarak ‘yasım’ sözcüğünü elde ediyorsun. Kitaplarının adı olan “Yardan Adam”, “Desibel”, “Sardünya” sözcükleriyle de ikili anlam oluşturmanın peşindesin. Sözcüğün yansıması diyebileceğim “ayak-kaya” gibi bir kullanım da sana uzak değil. Bu tutumunu Freud’un şiiri oyun olarak görmesiyle ilişkilendirebilir miyiz? Hem sözcük oyunları bir şair için yeterli olabilir mi? Şairin amacı kendine özgü bir sözdizimi oluşturmak değil midir?
Sözcüklerle uzundur hemhal olduğum doğru. Yıllar önce Haydar Ergülen de sözcüklerle olan sıkı bağımı daha çok sözcük, şiir işçiliği ve anlam ekseninden ele alarak değerlendirmiş; bu yoldan da iyi bir şairin ayak seslerinin geldiğini vurgulamıştı. Hatta Desibel kitabımın arka kapak yazısı da kendisinindir. Bunu şunun için hatırlattım, benim yola çıkış serüvenim sözcükler ve sözcüklerde hem sessel hem çağrışımsal çok anlamlılığı yaratmaktı. Varolanı bozup yeniden yapmak. Yıpranmış, şiir dilinde eskimiş olanı yenileştirme çabası, yeniden yoğurma ve yapılandırma isteği. Elbette tüm bunları bir oyun bağlamında değil de anlamsal bir çerçevede yapmak ilk amacım. Belki sözcüklerdeki ses benzerlikleri bunu bir oyuna çevirebiliyor ya da öyle bir algı yaratabiliyor. Demek istediğim; ne Oğuzhan Akay gibi sese çok da takılarak anlamı uç noktada körleştirmek, ne de sözcüğü ve anlamı sıradanlaştırarak bir koro halinde okuyucuya seslenen herkes gibi söyleyen şairlerden olmak.
Sözcükler benim anayurdum. Gerçi her şair için bu böyledir. Bendeki farklılığı, benim şiire element-atom ilişkisi gibi bakmamdan kaynaklıdır. Yapıtaşı sözcükse bir şiirin, bunu doğru ele almak gerekir. Kimi şiirini komple örer, kimi dize dize örer. Ben daha çok şiirini sözcük sözcük örmek isteyenlerdenim. Bende esas olan her dizenin her sözcüğün şiir içerisindeki etkisini çoğaltmak olduğu gibi, bunların kendi geçişleri içerisindeki etkisini çoğaltmaktır. En çok da anlam yansımalarını, sesle ve içerikle birarada yapma isteğidir.
Her şairin ilk amacı kendine ait bir üslup ve biçem edinmektir. Yedinci kitabına gelmiş bir şair halen bu dilini kuramadıysa vay haline! Diğer bir taraftan da aramak ve hiç olmamak belki daha iyidir. Çıraklığın hiç bitmemesi değil midir zaten şairlik? Tüm bu toplamdan baktığımda, aslında kendimi kendi dilini oturtmuş ve kurmuş bir şair gibi görüyorum. Bunun da bir ukalalık olarak algılanmasını istemem. Yerine göre şair; biçim, şiir örgüsü, bütünlük- anlam katmanı ve dili ile diğer şairlerden ayrılıyorsa; ki ben Türk şiirinde bunu başardığımı düşünüyorum, hedefin büyük bir kısmını aşmış demektir. En azından yazdığım şiirin Mustafa Ergin Kılıç şiiri olduğunu ilk bakışta birçok kişi kavramaya başladı bile. Sanırım Türk şiiri ve kendi şiirim adına bu da az bir şey değil.
Fatma Aras: 2009 yılında “Modern Elit Şiir Dinamik Şiir Bildirgesi” yayımladınız. Orada, “Sözcüğün kendi benliğinde var olan ses her daim ortaya çıkarılmak için bekler. Bir şairin görevi de sözcüğün içerisindeki sesi, şiirin yüzüne çıkararak dize içi akışkanlığı ve dizeler arası akışkanlığı sağlamaktır.” diyorsunuz.“Yardan Adam” okunduğunda cinas, uyak, aliterasyon, asonans gibi şiirin ses olanaklarını beceriyle ve tekrar tekrar kullandığınız görülüyor. Bu kitabınızda sessel çalışmanın diğer kitaplarınızdan daha ağırlıklı olduğunu görüyoruz. İstediğiniz notaları ve sesi buldunuz mu?
Aramadan bulamıyor insan. Bulunca da yeniden arıyor. Belki bu sürekli arayıştır düzensizliği ve devinimi yaratan. İstediğim notayı buldum aslında. Aşk notası bu nota notlarımın arasında desem şimdi Veysel Hocam yeniden oyunlara başladın diyecek! Aslında ulaşmak istediğim tam da bu. Bu dizede ne notanın not sözcüğüne bir engeli var, ne de not sözcüğünün notaya. Birbirinin anlamlarını daraltmaktansa genişlettiğini ve bu iki sözcüğün bu dizede birbirine daha çok alan ve anlam katmanı açtığını düşünüyorum.
İşte bu sesi bütün bir imge algısıyla yaratmak istiyorum. Şiirin bu şekilde daha çoşkulu aktığına inanıyorum. Ama kurduğum şiir sesten anlama, anlamdan sese gidiyor. Birbirini iyi besleyen bir mekanizma yaratıyorum. Yoksa yukarıda da söylediğim gibi yazdığınız şiir okuyucuya bir çağrışım alanı, bir imge belirtisi geçirmiyorsa boşa kürek çekiyorsunuz demektir. Belki bu biraz benim şiirimde muğlak. Ama bunu da önemsiyorum. Var olanı direk vermek bana has bir tutum değil. Bunu da özellikle yapmıyorum. Bu benim ruhum, ben bu çerçeveden bakıp da şiirimi kuruyorum. Benim pencerem bu. Duvarınıza!
Aslıhan Tüylüoğlu: Şiirlerinizi yazarken bilincinizi özgür bıraktığınız ve çağrışımsal, görsel her türlü yaratıcı imgeye açık olduğunuz görülüyor. Şiiri, akılla oluşturulan biçimden sakındığınız, yapay bir biçimdense biçimsizliği demeyelim ama dağınık bir biçimi yeğlediğiniz görülüyor. Ama eninde sonunda; şiirde, biçim, özü düzenleyen, açığa çıkaran belirleyici bir şiir öğesi olduğuna göre biçim sorununu nasıl çözüyorsunuz?
İlk gençlik yıllarımda yazdığım şiirlerin birçoğunun dört beş sayfa sürdüğünü hatırlıyorum. Günümüzde neo epik, epik şiir dedikleri türden. Hep benzer şeyleri söylediğiniz, bir süre sonra okumaktan sıkıldığınız düz yazı şiirler. Hani benim sözcük cimriliğim ne kadar fazlaysa, sözcüğü ve dizeyi ne kadar kısıyorsam, bu şiirlerde de sözcük ve dize bolluğu mevcut. Günlük kullanım dili sarmış şiirin dört bir yanını. Sonra birgün geriye dönüp baktım, üzerinden hayli zaman geçmiş bu şiirlerin hepsini yırttım attım. Şiiri bırakın içinde(n) dize geçmeyen yazılardı bunlar. Bugün geldiğim noktada ise, şiiri bolca yontmaktayım. Hatta yonttukça, ya hiç kalmazsa diye korkmaktayım.
Bilinç özgürlüğünü de her zaman önemsedim. Aslında her şiirin bir akışı, geçişi, kopuş ve köprü notları mevcut. Şiiri şiir yapan ise bunu ne kadar okuyucuya aktarabildiğiniz ile iniltili. Bunu beceremediğiniz zaman şiir havada kalıp, bir düzeleme oturamıyor. O zaman işte o sürrealist yaklaşımlar geliştirilmeye başlanıyor. Oysa ben yazdığım şiirde hem bir bütünlük kaygısı güttüm. Toplu bir fotoğraf da çıksın istedim. Her bakış açısına göre de farklı şekillenmesi beni hep heyecanlandırdı. Yani 3 boyutlu bir nesneye tepeden baktığınızda, yandan baktığınızda ve önden baktığınızda farklı şeyler görürsünüz. İşte tüm bu bakış açılarını genişleterek ve geliştirerek bir bütün elde etmeye gayret ediyorum. Benim şiirimi günümüz şiirinden ayırteden de belki bu!
Şiirde biçim demek şiirin kalesi demektir. Benki sözcüklerden yola çıkan bir kişi olarak bazen tek sözcükle tek dize yarattığımdan fazla söz beni hep korkutmuştur. Hayat felsefem ve şiir biçimim de az sözle çok şey söylemek üzerine kuruludur. Bu, hiçbir zaman uzun soluklu şiirler yazmayacağım anlamına gelmez. Ancak kısa dizelerle ördüğüm şiirler bende bir ferahlık ve olmuşluk duygusu yaratıyor. Şiire öyle doyuyorum. Belki birçoğunun yazdığı beş dize, sözcük toplamı açısından bende bir şiir ediyor. Belki de mühendis kökenli olmamdan geliyor bu. Hayata, insana, doğaya, aşka hep ergonomik baktım; kıymetli buldum hepsini! Her şeyi optimum da tutmaya karar kıldım. Azı karar çoğu zarar. Belki benim azım fazla karar oldu!
Dağınık biçimin sebebi de belki farklı dönemlerde farklı biçimlerde şiirler yazmamdan kaynaklandı. Bunları bir toplamda ele aldığımda, aynı dönemde peşpeşe yazılmış şiirler olmadıklarından biçimsel fark öğeleri ortaya çıktı.
V.Ç. : Şiirlerin bir temanın dilini oluşturma anlayışı üzerine kurulmamış. Anlık çağrışımları sektirmeden yazarken sürrealistlerin otomatik yazma anlayışına yaslanıyorsun. Bu, çok iyi dizeler yakalamak için bir olanaktır, ama fire verildiği de çok olur. Böyle bir değerlendirmeye muhatap olduğuna göre, neler söyleyeceksin?
Bu belki de başlangıçtan beri şiiri dize eksenli ele almamdan kaynaklı. Her dize benim için çok önemli. Dizelerin bağımsız görüntüsü ve içeriği ile dizeler arası görüntü ve anlamsal geçişler çok kıymetli. Belki de şiiri fazla ayıkladığımdan ilk anda bir bütünlük sorunu varmış izlenimi yaratıyor. Geçiş noktalarındaki köprüleri zaman zaman atarken zaman zaman koparıyorum. Bunu çoğu bilinçli yapıyorum. Belki bu noktada anlaşamıyoruz okuyucuyla. Onlar her şeyi açık etmemi isterken ben biraz da içinde bırakıyorum. Birde bu neye, nasıl ve ne kadar bakılabildiği ile ilgili. Ben baktığım yerden çok ötedeki gölün lacivertleştiğini görürken hatta içindeki kayıklara ve karabataklara dikkat çekerken, bir diğeri onu bir su toplamı olarak algılayabilir. Buradaki temel unsur, eğer bir şiir yazıyorsak anlam görüntüsünü okuyucuya doğru vermemiz gerekliliğidir. Tam olmayabilir ancak duygu ve anlatılmak istenen doğru geçmelidir. Ben şiirimde bir şey anlatma çabasına girmiyorum. Aslında anlatıyorum. İyi de anlattığımı düşünüyorum. Bir tek bunun çabasını vermiyorum. O toplamı okuyan kendi ediniyor.
Fire konusuna gelince, fire ingilizcede ateş demek biliyorsunuz. Bu yakıcı birşeydir şiirde. Şiir fire’yi kaldırmaz! Fire verdikçe tehlike çanları çalar ve şiir her daim zarar görür.
A.T: Konu temalardan açılmışken ben de bir soru sormak istiyorum; sizi şiir yazmaya iten etkenler, daha doğrusu sizi esinleyen kaynaklardan söz eder misiniz?
İlginçtir ama çoğu zaman mutlu an şairiyimdir. Mutlu olunca, hayatımda çoğu şey yerindeyse daha üretken olduğumu hissediyorum. Kafamın rahat olması lazım. Yoksa toparlayamıyorum kendimi. Motivasyonu çok çabuk dağılan bir adamım. Kendime küserim de çok. Ancak hızlı toparlanırım da. Mesela beni en çok esinleyen kaynak çok iyi yazılmış bir şiir kitabı okumaktır (son günlerde Veysel Çolak İki Karanlık Arasında bende bu etkiyi yarattı mesela. Ya da Salih Bolat’ın Atların Uykusu, Onur Akyıl Unutacak Kimse Yok, Sezgin Öndersever Günah Çıkarma Ayini) O yazılan şiirlere gıpta ile baktığım o andan sonra şiire soyunurum. Onun dışında aklıma gelen bir dizenin üstüne gittikçe onu çoğalttıkça ufacık bir su parçasının bir süre sonra okyanusa gittiğini görür onda boğulurum!
Yalnızlığı sevmem. Yalnızlık beni hiç beslemez. Azaltır, kendimi daha çaresiz hissederim. Yazmak için bana bir çoşku gerekir. Bir sinerji. Bir harekete geçirilme noktam vardır. Bu çoğu zaman değişkendir. O düğmeye birinin ya da bir şeyin basması gerekir. Bir kiraz çiçeği, bir kadın kokusu, çöp toplayan bir adam, iri bir gözyaşı tanesi, yerde kurumuş bir damla kan, yolda kalmış bir can, kar altında kalmış bir ırmak.
Aşırı sıkıldığım anlarda yazarım. Artık o kadar sıkılırım ki, öyle bir an gelir, hayatta yapacağım başka hiçbir şey kalmamış gibi hissettiğim bir anda şiire koyulurum.
Şiir kendini boşaltma isteğidir. İçini dışarıya çıkarma dürtüsüdür. Beyin öyle dolar ki, bunun boşaltılması gerekir. Bazen bir çöp kovasına benzetirim. Doldukça boşaltacaksın ki yer açabilesin. İşte o boşaltma anlarında şiir de çıkar gelir.
Sanırım benim mihenk taşım sıkılmak. İlhan Berk gibi benim de sıkılmam hiç bitmez. Çünkü ruhum sıkılgandır. İçim daralmaya meyillidir. O çok sıkılma, çaresizlik ve kendinden bıkma anı şiirin tetiklenmesine zemin yaratır.
F.A:. Patika ve Papirüs dergisinde editörlük yaptınız. Kuşak Edebiyat’ın editörlüğüne devam ediyorsunuz ve şiir yıllığı ”Şimşiir Ağacı”nı hazırlıyorsunuz. Türk şiir dünyasıyla iç içe yaşayan biri olduğunuz biliniyor. Türk şiirini yeterince takip edebildiğinizi düşündüğüm için soruyorum; son yıllarda kadın şairlerin yazdığı şiirler hakkında ne dersiniz?
Öncelikle sevincim kadın şairlerin sayısının son yıllarca artmış olması. Son dönemlerde genç yaştaki bayan şairlerin çoğalmaya başlaması. Sanatın her dalında kadınların çoğalıyor olması demek kültürlerarası etkileşimin büyümesi ve bir ülkenin kalkınmasının hızlanması demektir. Kadının elinin değdiği her yer canlanır. Kadının baktığı her yer harekete geçer. Dolayısıyla son yıllarda Türk şiirinde bir kadın ekolünün yeniden canlanması ve kadın şairlerin merkezde yer almaya başlaması beni heyecanlandırır. Hele ki günümüz koşullarında kadına daha çok iş düşüyor. Kendine, içine, evine çekilmektense; sokağa çıkması, varolması, sesini duyurması gücümüze güç katacaktır.
Kadının toplumun her noktasında yer almasının toplumun da kendine çeki düzen vermesine katkı sağladığını düşünüyorum. Kadın şiiri, sanatı, doğayı, hayatı güzelleştiren bir unsur. Kadınlar hayata çok farklı açılardan baktıkları, algıları ve beyinlerinin çalışma şekilleri çok farklı olduğundan; bizlere hayat ve insan anlamında yeni perspektifler sunuyorlar. Dolayısıyla bu bakışın getirdiği şiirler de çok daha farklı bir çehreyle karşımıza çıkıyor. Buradan hareketle; kadın şairleri daha özgün ve kendine has buluyorum. Erkeklerden de daha cesaretli ve korkusuz. Söylemek istediğini dolaştırmadan söyleyen, daha dik ve omurgalı duruş sergileyen bir şiir anlayışları mevcut. Elbette bu tüm kadın şairler için geçerli değildir.
A.T: “Yardan Adam”ı şiir anlayışınızın bir tepe noktası olarak görüyorum. Anlam oluştururken sözcüklerin sesinden yararlanma (“ses anlamdır” anlayışı), bunun yanında dile şiddet uygulama aşamasına ulaşmış bir “sözcük jimnastiği”, biçimi tamamen özgür bırakma, günlük hayatın değişkenliği ve saldırganlığından dolayı aşırı boyuta ulaşmış “bir içe bakma (içe kaçma da diyebiliriz)” durumu gibi. Manifestonuzla yapmak istediklerinizi şiirinizde tam anlamıyla gerçekleştirmiş görünüyorsunuz. Bundan sonraki aşamada bizi nasıl şiirler bekliyor? Ufukta yeni bir manifesto mu var yoksa?
Ufukta yeni şiiler olduğu kesin. Uzundur nasıl şiiri biçim olarak daraltıp, sözcük eksenine çekerek, kısa dizeler örgüsü kurduysam şimde de şiirimi biraz serbest bırakmak taraftarıyım. Daha net bir dille bir söylemin peşine düşme eğilimi de diyebilirsiniz buna. Anlaşılamamak olmadığı kesin! Ancak uzun dizelerin, yer yer tekrar vurguların ve imgeyi açık eden söylemlerin rahatlığını duyumsamaya başladım son dönemlerde. Hatta biraz ürküp kaçtım da kendimden ve şiirimden. Durdum da. Ancak aldığım eleştiriler onu gösteriyor ki bu şiiri biraz zorlamalıyım.
Kısa ve öz şiirler zaten benim hep öz evladım oldular. Hep şunu düşündüm, bazen bir şeyi uzun uzun anlatmak kadar anlamsız bir şey yoktur hayatta. Bazen bir dize bir şiiri alt eder ve yeter hayata. Bazen sayfalarca yazdığınızın yerine boş bir sayfa bırakmanız çok daha anlamlı olabilir.
Biraz son dönemlerde şiirde ve anlamda sadelik konusuna eğilmeye başladım. Belki yalınkat bir şiir daha yalın bir anlam. Elbette benim imge anlayışım ve çağrışım zenginliğimle.
Evet en çok bunu seviyorum. Şiirin çağrışıma açık oluşunu. Bir şiirden binlerce evren yaratabilmek niyetim. Herkesin aynı şeyi anladığı bir şiir değil de herkesin imgeler denizinde yüzüp, farklı tatlarla ayrıldığı suların şiirini yazmak isteğindeyim. Bu kitabımla ilgili yazılan bir yazıda şair İsmail Cem Doğru’nun tespit ettiği gibi “Şair her sözcüğe bu ayrıntının altını çizen yeni anlamlar yüklerken, sözcüklerin bu durumu içselleştirmesi için biraz beklemek gerekebilir. Çünkü şair en çok zamanın ipliğini pazara çıkarmayı mesele edinmiş görünüyor”
V, Ç. : “Yardan Adam” adlı kitabındaki her şiir, denilebilirse eğer, haikular toplamı olarak kurgulanmış. Her birim (kıta), bir haiku diye yayımlansa kimse karşı çıkmaz diye düşünüyorum. Ne dersin?
Haklılık payı çok. Zira ben doğa merkezli doğaya odaklanmış bir şiir yazıyorum çoğu. İmgelerimin alt yapısında bu hep var. Hatta yıllardır bir taraftan da sessiz sedasız uzun bir haiku dosyası da hazırladım. Bir kenarda öylece demini çekiyor. Başo Usta’dan tutun da Oruç Arıoba’ya, İsmail Uyaroğlu’na kadar her haiku yazarının yakın takipçisiyim. Doğayla içiçe olmak kalpkalbe olmak gibi gelir bana.
Kimi insanı ve hayatı doğanın bir parçası görürüm. Kimi doğayı ve insanı hayatın bir parçası. Kimi de hayatı ve doğayı insanın bir parçası görürüm. Geniş bir kümedir bu bende. Tümleyendir, tümlenendir.
F.A: Şiirde kelimeler kurgulanır, sinemada kareler;bu yolla imgeler oluşur.Sinema gibi tekniğini şiirden alan görselliğe dayalı sanat dalları bu gün oldukça gelişti. Şiirin bu sanatlara verdiklerini geri almasının yolu var mı?
Şiirin kaderinde vardır hep vericilik. Çünkü tüm sanat dallarının toplamında yer aldığını düşünüyorum. Her sanat dalında vardır şiir. Bir heykelin boynundaki çekiç izinde, bir tuvalin kırmızı yağlıboyasındaki dalgasında, bir filmde derin soluk alıp veren bir kadının göğüs kafesinde, siyah beyaz o fotoğraftaki bir odaya hapsedilmiş kuş kafesinde. Evet evet kuş kafesinde. Kuşun kafese kilitlendiği kadar, o kireç badanalı odaya kilitlenmemiş midir kafeste?
Şiir bir nevi öz olma görevi gördüğünden diğer sanatların bünyesinde de içselleştirilir. İşin mayası şiirdir. Her hamurda benzerdir işlevi. Ve görevini yerine getirir.
A.T: Şiiriniz kişiliğinizle uyum içinde; canlı, enerjik ve şakacı… Şiir yazarken samimi olduğunuz görülüyor. Trajik olanı, içten içe, ironik olanla aştığınızı görmek mümkün. Okuru şaşırtmak, “dumura” uğratmak gibi bir niyetiniz var sanki. Örneğin “gecegündüz çiçeği “ isimli şiiriniz okuru, gerçeküstü, imgesel bir dünyada uyardıktan sonra “çiçek açıyor/darağacı!/seni görünce” diye bitiyor. Bu nedenle “Yardan Adam”’daki şiirler için bir yazımda “Şaka Şiiri” tanımlaması yaptım. Yoksa “şok şiiri” mi demeli. Bu konuda siz neler dersiniz?
Evet, bu yaklaşımı çok benimsedim ve sevdim. Şok şiiri. Amacım hep bu oldu. Yazılan her dizeyle bir şok etkisi yaratmak. Şiirin bütün etkisinin dışında, şiirin içerisideki her dizeyle de ayrı ayrı şok etkisi de yaratmak. Bir buzu eritmek. Yani katı olanı dondurmak. Bir suyu buharlaştırmak. Sonra su olanı yeniden dondurmak. Geçtiğimiz yıllarda, bir söyleşimde de belirtmiştim; gerekirse süblimleşme etkisi yaratmak. Ben hep yeninin peşine ve yeniyi söylemenin peşine düştüm. Şiir dediğiniz insanda bir yutkunma etkisi yaratmalı. Kimi çökmeli insan kimi toparlanmalı. En önemlisi de aynı şiirler de farklı ruh hallerini defalarca yaşamalı. En dibi de görmeli en yükseği de. Kuyuya da inmeli, göğe de yükselmeli.
Varolanı çok daha farklı bir dil ve biçimde söyleme sevdası benimki. Çarpıcılık. Okuyanını etkisi altına alma, vurgun yemiş etkisi yaratma çabası. Elbette bunu tüm şiire yayarak bir bütünsellik içerisinde yapmaya çabalıyorum. Belki de şiirimin en büyük handikapı imge şöleninin fazla olması. Vurucu etkinin fazlalığı zaman zaman şiirimi parlatmıyor olabilir. Benim bir şiirimde kullandığım çarpıcı imge ve dize yapısıyla, kimi şair belki beş şiir birden yazıyor. Ben bir öz’ün peşindeyim. Benim şiirim komple maya. Kimisi de bu mayayı parçalaya parçalaya ayrı hamurlar elde ediyor. Benim şiirim girişinden çıkışına büyük dizeler ve imge evrenleri kurma çabasına düştüğü için belki de parlayamıyor. Ya da şiirin tamamı parladığından mı acaba anlaşılamıyor? Biraz daha bu öz/ışık serpiştirilme durumunda olsa parça parça kullanılsa veya karanlığa atılsa dikkat çekebilir. Işık içinde ışık, evet şaka gibi! Evet evet bir oyun bu, Veysel Hoca’nın da dediği gibi bir oyun bu!
F.A: Ben de şunu merak ediyorum; sizin şiirinizin öznesi, şairi ile ne kadar örtüşüyor. Kendinize “itirafçı” diyebilir misiniz?
Çok örtüşüyor diyebilirim. Tam olarak itirafçı sayılmam ben, sayılsam da şiirim buna müsaade etmez. Yerine göre kapalı bir şiirdir. Bunun avantajlarını da kendi içimde kullanmıyor değilim!
Geçenlerde Turgut Uyar’ın oğluyla yaptıkları bir söyleşide şöyle diyordu: “Babam bir şiirini bana yazdığını söylemişti. Yıllar geçti halen okurum ama anlamadım hala neresinde benden bahsetmişti” Şiir belki de tam buydu işte. Size yazılan ama bir başkasını anlatan. Bir başkasına yazılmış ama sizin kendinizi bulduğunuz. Bir diğerinin cebinde kaybolan şiirde sizin yaşamaya başlamanız. Tuhaf bir döngü aslında. Kısaca şiirin bir aritmetiği yok.
Ne demiştim Yardan Adam’da “öznesi ben olan şiirin özlemi sen olur”
**Bu söyleşi Mühür Dergisi’nin 2015 Mart-Nisan sayısında yayımlanmıştır.